Ey Ahali, Duyduk Duymadık Deme: Su bitti …!
- Sunay Demircan
- 3 gün önce
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 1 gün önce

Yıllar öncesi Kastamonu’da bir Çevre Günü kutlamasında konuşmacıyım, “Yakında suyumuz bitecek” dedim, demez olaydım. Anadolumuzun endemik türlerinden bir academiskus melanocephalus (Orman Fakültesi dekanı) ayağa kalktı, “Sunay bey bizim suyumuz bol, siz merak etmeyin bitmez bu su” diye ayarı verdi.
Elinde de su şişesi.
Filim insanları…
Hemen bakalım, suyumuz bitmez mi?
Türkiye’nin brüt yüzey suyu potansiyeli: ~186–193 milyar m³/yıl
Yani, tüm akarsularımızın taşıdığı suyun toplamı, üstüne yer altı sularımızı da ekleyince, hepi topu bu kadar.
Mesele de burada başlıyor.
Kâğıt üzerinde bu kadar suyun var gibi görünüyor ama, iş bu suyu hasat etmeye gelince, hesap dönüyor.
Yani, ekonomik olarak kullanılabilir su varlığı birden ~112 milyar m³/yıl gibi bir sayıya düşüyor.
Çünkü, Karadeniz’in yağışı, Çayeli’nden o yani, gideyi yali yali…
Buna bir de Fırat gibi, sınır aşan sulardan konu komşuya su bırakma yükümlülükleri eklenince, fiilen geriye kullanılabilir su varlığı olarak ~90 milyar m³/yıl su kalıyor.
İyi de, bu ne demek?
Bakın, Tuna Nehri, Karadeniz’e her yıl ortalama 200 milyar m³/yıl su boşaltıyor.
Islak yıllarda bu miktar 220–300 milyar metreküpe kadar çıkabiliyor.
Yani tek bir nehir, neredeyse Türkiye’nin bütün akarsularından ve yeraltı sularından gelen, kullanılabilir su varlığının iki katı.
Eyyy academiskus melanocephalus…!
Yedin, bitirdin bizi.
Buyurun size minik bir anı daha: Sene 1997 filan, Eşmekaya gibi iki kuru pınarın üzerine, susuz topraklara, milletvekili talebiyle baraj yapmaya kalkışan DSİ’ye dava açmıştık, “Bu batak projedir, bir damla su yok burada, yazık” diye.
Üç ünlü academiskus melanocephalus (prof) bilirkişi atandılar ve rapor yazdılar: “Buraya baraj yapılırsa iyi olur, leylek gibi göçmen kuşlar göç etmekten vaz geçer, yaz-kış burada kalırlar”.
Nasıl?
Yediler…!
Biz de, ekosistem de, doğa da davayı kaybettik.
Vatan aşkıyla yanıp tutuşan burokratikus melanocephalus avanesi, 10. Yıl Marşı’nı söyleye söyleye, yaptılar o abideyi.
Gidin şimdi Eşmekaya’ya, baraj var ama, damla su yok.
Böyle bir sürü proje yapıldı yapılıyor.
Maksat, yiyelim.
Suyumuz var ile yok arası, ama yoka doğru ilerliyor.
Durum çok kırılgan bir hale girdi, zira bu yoksunluğun üzerine şimdi bir de iklim değişikliğinin etkileri bindi.
İklim projeksiyonları, Türkiye’nin güneyinde ve İç Anadolu’da yağışların azalacağını, Karadeniz kıyılarında ise artış olsa bile düzensizleşeceğini ortaya koyuyor. İç ve Güneydoğu Anadolu’da artan sıcaklıklar, buharlaşmayı hızlandırarak tarımsal su ihtiyacını büyütüyor. Karadeniz’de ise sağanak yağışların ani ve yoğun hale gelmesi, taşkın ve sel riskini artırıyor; suyun miktarı korunurken, kullanılabilirliği azalıyor. 2050’ye doğru Türkiye’nin fiilen kullanılabilir su varlığının %10–20 azalacağı, yani 70–80 milyar metreküp seviyelerine düşeceği öngörülüyor. Bu, kişi başına yıllık su varlığını 1000 metreküpün altına çekerek Türkiye’yi “su kıtlığı” yaşayan ülkeler kategorisine sokabilir.
Ne demek bu kişi başı 1000 metreküp su?
Biraz elaleme bakalım, neymiş görelim.
· Kanada: ~80.000 m³/kişi-yıl (su zengini)
· Brezilya: ~40.000 m³/kişi-yıl (su zengini)
· ABD: ~9.000 m³/kişi-yıl (su zengini)
· Avrupa ortalaması: ~4.500 m³/kişi-yıl
· Türkiye: ~1.100–1.200 m³/kişi-yıl (su stresi altında)
· Ortadoğu ülkeleri (Mısır, Suriye, Irak, İsrail): ~500–800 m³/kişi-yıl (su kıtlığı eşiğinde ya da altında)
Bu rakamlar, Türkiye’nin su varlığının sanıldığı gibi “bol” değil, tam tersine “su stresi” sınırında olduğunu ortaya koyuyor. Kişi başına 1.700 m³ altı “su stresi”, 1.000 m³ altı “su kıtlığı” olarak tanımlanıyor.
Türkiye kritik eşiği aşma çabasında.
Bu hoyratlık ve umursamazlıkla, aşacak ta.
Su bu, gittiği yere can veriyor, çıktığı yerden can alıyor.
Al sana gıda üretimi. Tahıllar, meyve–sebze üretimi, hayvancılık hepsi suya bağımlı.
Türkiye’de suyun %75’i tarıma gidiyor.
Tarımda suyu akılcı kullanıyor muyuz?
Akılcı mı?
Mesela, suyu en az olan Konya Havzası, en çok su isteyen mısır, pancar, yonca gibi bitkilerin üretiminde ülke birincisi.
Hokus pokus.
Konya’nın suyu yok ama konu komşununki ne güne duruyor, aç kanalı, lıkır lıkır pompala sularını Beyşehir’in, Göksu’nun…
Beyşehirli bağırıyor, “Gölümüz kurudu”.
Daha dur dahaaaa…!
Silifke ovası Akdeniz’e teslim olacak, yer altı suyu tuz akacak.
Hasılı kelam, tarımda suyumuzu akılcı falan kullanmıyoruz.
“Öyle değil, cahil sen sus, basınçlı sulamaya geçtik, vıdı vıdı vici…” nakaratına geçen bürokrat avanesi bana şunun cevabını versin: Konya Havzası’nda 150 bine ulaşmış kaçak su kuyusuna müdahale edebiliyor musun? 250 metre derinden su çekiyor insanlar, yakında fosil suyu da çekecekler.
Ülkedeki sulamanın %80’i halen cazibeli suyla yapılıyor. Saldım bayıra, insin çayıra… İyi ama salınan suyun yarısı bitkiye ulaşmadan kayboluyor.
Dünya devleti olmadan önce bir kendimize de baksak, büyük ovalar patır patır elden çıkıyor, tuz her yanı sarmış, su bitmiş…
Gelelim meselenin diğer önemli yanına, ülkenin doğal rezervuarları olan sulakalanlar bu hoyratlık, yiyicilik ve vurdumduymazlık yüzünden hızla kayboluyor. Burdur Gölü, Seyfe Gölü, Ereğli sazlıkları, Beyşehir Gölü ve Gediz Deltası ya kurudu ya da ciddi küçülme yaşadı. Bu alanlar yalnızca kuş cennetleri değil; aynı zamanda yeraltı sularını besleyen, taşkınları tamponlayan ve mikroklimayı düzenleyen ekosistemlerdi. Sulakalanların yok olması, hem su rezervlerinin hem de biyoçeşitliliğin darbe alması anlamına geliyor. Bu da zincirleme biçimde tarımsal verim kaybına, iklimin daha kuraklaşmasına ve ekosistemlerin kırılganlaşmasına yol açıyor.
Hepsinin sonunda, üç vakte kadar kentlere su kalmayacak.
Kentli ne yapacak?
Eli kolu uzun olan, Konyalı’nın izinden gidip, komşunun suyunu araklayacak.
Al sana İstanbul. 170 km öteden, Düzce’deki Melen Çayı’nın suyunu alıyor.
Baraj çatlak oldu, az biraz kaçırıyor ama aldırma, kim kaçırmıyor ki?
İstanbul’un bir eli de Istrancalarda, oraları da kurutacak.
Ankara Kızılırmak suyu kullanıyor.
Akıl akıl…
Türkiye, büyük bir sıkışmanın içine girmiş durumda: kaynaklar sınırlı, iklim değişikliği baskısı büyüyor, göç dalgaları gittikçe büyüyecek, yanlış politikalarla kaynaklar hızla tüketiyor. Bu tablo, yalnızca yeni barajlarla veya daha fazla komşudan su transferiyle çözülebilecek bir mesele değil. Ne yazık ki bunu anlayacak bürokrat da kalmadı ülkede. Kime anlatmaya kalksan, ikinci cümlede lafı ağzına tıkıyor, “Biz büyük ülkeyiz, Orta Asya’da, Afrika’da, Balkanlar’da…” diye başlıyor diskura.
Çayeli’nden o yani, gidelum yali yali…
Yorumlar