Egemenlik ve Güç Nereye Gidiyorlar?
- Sunay Demircan
- 12 saat önce
- 5 dakikada okunur

Cevizi aldın avucuna, sıktın, kırdın.
Aferin, işte bu güç.
“Şu gördüğün sınırlar içinde bütün cevizler benim, piyasayı da ben belirlerim, kırılacak cevizi de benden izinsiz kimse ceviz kıramaz” dediğinde ise bu egemenlik.
“Ceviz oynamaya geldim odana” da türkü, burada yeri yok.
Diyeceğim o ki, istediğin sonucu elde edebilme kapasitesine 'güç' deniyor.
İlle kaba kuvvet gerekmez, bazen bilgi olur, bazen karizma, bazen para… Güç her yerde, her biçimde bulunuyor. Egemenlik ise, bu gücün tanımlanmış bir biçimde, bir sınır dahilinde geçerli irade olarak kurumsallaşması ve meşrulaşması.
İlişkileri nasıl? Egemenlik gücü kullanıyor, kullanırken de gücü meşru kılıyor, yazılı olan ve olmayan yasa egemenin güç kullanımını meşrulaştırmaya yarıyor.
Sonra, egemenlik tekil bir iddia taşıyor diyebilir miyiz?
Aynı çöplükte iki horoz ötünce egemenlik güç gösterisine başvuruyor. Güç ise, egemenlik gibi tek bir irade olarak, tek bir merkezde belirmiyor, arkadaş çoğul.
Foucault’nun vurguladığı gibi, güç dolaşıyor. Bedenler, kurumlar, algoritmalar, alışkanlıklar aracılığıyla akıyor da akıyor...
Bu girizgahtan sonra, konumuza adım atalım.
Tarihe bir bakalım, egemenlik nasıl biçim değiştire değiştire buraya gelmiş, buradan da nereye gidiyor? Haydi başlayalım.
İlk başlarda egemen olan doğanın kendisiydi, onun yasası hüküm sürdü.
İnsanın her şeyin merkezinde olduğu, alemin ve dahi zamanın insan çevresinde döndüğüne inanılan bir devirden söz ediyoruz.
Dikkat: sabah doğacak güneş gibiydi her şey, bu döngüde her gidenin bir de geri dönüşü vardı.
Sonra, yerleşik hayat zımbırtısı çıktı, toprak işlendi, işlenen toprağın sınırları çizildi mülk oldu, parsel ve tapu kavramı çıktı. Üretim arttı, pazar oluştu.
Babil’in, Sümer’in, Mısır’ın büyük ordularının bir işi de üretimden gelen gücü ayakta tutmak için sulama kanallarını temizlemek, tarımsal üretimi denetlemek ve vergi tahsil etmekti.
Dikkat: zaman halen döngüsel ama egemenliğin mekânı kralın bedeni oldu.
Sonra, sahneye rahipler çıktı. Tanrı kralların gücünün ve yetkisinin açıklanmasına ihtiyaç vardı. Tapınaklar tahıl ambarı oldu, bilgi de buralarda üretildi, paylaşıldı. Takvimi de onlar yaptı, şifayı da onlar dağıttı, adaleti de onlar sağladılar.
Anlamın mülkiyet biçimine dönüştüğü bu dönemde yavaş yavaş tanrı tekleşti, zaman da doğanın içinden alınıp, dışına kondu.
Dikkat: artık zaman dönmüyordu, öte yakaya gidenin geri gelme ihtimali sona ermişti. Burada bir dikkat daha lütfen, zaman ilerlemecidir. Öyle ki, biraz sonra ilerleye ilerleye sekülerleşecektir. Yani, eskinin kutsal ‘şimdi’si, yerini kutsal ‘yarın’a bırakmıştır.
Sonra, dinin gölgesinde bilim doğar. Evet, artık zaman sekülerleşiyor. Sekülerleşen zaman beraberinde ‘ilerleme’ düşüncesine zemin oluşturur.
Kurtuluş cennetten, fabrikalara, buharlı trene, üretime ve sözün özü kapitale dönüşür.
Çalışmak ibadet olur ve kutsanır.
Doğanın enerjisi artık sistematik biçimde dizginlenmiş, yönetilebilir meta olmuştur. Egemenlik de bir enerji egemenliğine dönüşmeye başlar.
Dikkat: zaman buharlı tren ve fabrikalardaki konveyör sistemi ile birlikte, doğrusal ilerleyen hat üzerinde çizgilerle sınırlarını belirlemiş bir düzleme dönüşmüştür. Tarife, mesai, ders zili, mola gibi kavramlarla bölünmüş zaman, insanı üretimin egemen gücüne köle etmeye yarıyordu. Kralların, imparatorların tahtını sanayi baronları alır.
Petrol savaşları başlar, petrol için ülkeler kurulur, iktidarlar yıkılır.
Egemenlik, enerji kaynaklarını ve üretimi eline geçirenin olur.
(Dikkat ediyor musun, güç ve gücün etkisi ile oluşan sonuçlar da biçim değiştiriyor) Enerji baronları, askeri-sanayi kompleksini doğurdu.
Savaşlardan, çatışmalardan beslenme diye bir ekonomi biçimi oluştu. Silah üreticileri devletlerle bütünleşti; korku sistemin temel yakıtı oldu.
20. yüzyılın sonunda egemenlik, güvenlik üzerinden tahakküm biçimini almıştı artık.
Sonra?
Sonrası kalmadı, o artık şimdi.
Şimdi yeni bir döneme giriyoruz, dijital çağ.
Zaman artık ne döngüsel ne de doğrusal; bu çağda zaman algoritmik, yani eşzamanlılıkta kıvrım kıvrım kıvranan bir garip döngü.
İki laf arasına şunu da sıkıştırayım: Simülasyon 2.0’ın zamanı ileriye akmaz; kendine kıvrılır.
Her an kendi türevlerini üretir. Zaman, olayların ilerlemesi değil, verinin kendini çoğaltmasıdır.
Bu yeni çağda zaman artık fraktallardadır, geçmiş-gelecek birlikte hep kendine döner. Sürekli dile getirdiğim Simülasyon 2.0, işte bu kırılmanın adıdır.
Bu Simülasyon işleri ile kafaları fazla karıştırmadan, malumat akışına dönelim.
Efendim, bakalım mı günümüzde, sermaye nasıl dağılıyormuş?
Bakalım...!
En bildiğimiz iki sermaye grubu ile dijital piyasayı kıyaslayalım mesela.
Enerji sermayesi ve silah sermayesi (barış aşıkları ona savunma sanayi diyorlar, komikler). Petrol + enerji kompleksinin devlerini (ExxonMobil, Saudi Aramco, Shell, BP, Chevron) topladım, yaklaşık 2.6-2.9 trilyon ABD doları piyasa değerleri çıktı. Silah ticaretinin (pardon savunma işleriydi) devlerini topladım (Lockheed Martin, Raytheon, Northrop Grumman, BAE Systems, Çin’den bir kaç şirket daha bulduk) yaklaşık 700 milyar dolar ettiler.
Yapay zekâ ve Dijital kompleksine bakınca (Nvidia, Microsoft, OpenAI, Google, Amazon, Apple, Meta, Amazon) yaklaşık 20.9 trilyon ABD doları değer ortaya çıktı.
Yani yapay zekâ + dijital güç, petrol + silah sermayesini aşmış durumda.
Peki, bu ne demek?
Petrol ve silah sermayesi maddeyi ve enerjiyi kontrol ederek, küresel politikaları, rejimleri, ulusları ve hatta demografileri belirliyordu.
Yapay zekâ ve dijital sermaye ise bilgiyi kontrol ediyor.
Etkisini tahmin edebiliyor musun?
Bilgi diyorsam, bundan sadece veriyi anlamayın lütfen, bunun içinde insanların algıları, davranışları, kültürleri, inançları ve bunların yönelimi var.
Küresel ölçekte, zihni şekillendiriyorlar. Yeni egemenimiz diyebilir miyiz?
Demeyelim, zira onlarınki başka bir şey, artık eskinin kavramları buharlaşıp gidiyor.
Bunların elde ettiği güç ile yukarıdaki egemenlik tanımlarına hiç uymayan başka bir ‘şey’ ortaya çıkıyor. Ulusal yasaların, kültürel ve dinsel sınırların, siyasi iktidarların üzerinde, sınır tanımadan, bir ağ üzerinde akışkan güç oluşturuyorlar. Bu ağın düğümleri, veri merkezleri, algoritmaları, kullanıcı davranışları, kendine ait nükleer santrali olan veri merkezleri, uyduları var.Burada kimse tek başına hükmetmiyor; güç, ilişkiler arasında sürekli yeniden üretilir halde.
Bunu anlamaya çalışalım lütfen, bu köşe önemli, dönmemiz lazım ki yol ondan sonra görülecek, yeni çağın temel kırılması burada. Güç artık bir özneye, bir lidere, bir devlete ait olmayacak. Güç, bireyler, kurumlar, arzular, istekler üzerinden sürekli üretilen, toplumların gündelik pratiklerinde, inanç ve bilgi sistemlerinde sürekli işleyen bir şeye dönüşüyor.
Evet, başlangıçta pazara hakim büyük şirketler (şimdiki gibi) olacak ama bu bir süre sonra kırılacak. Her ilişki yeni güç üretir hale gelecek ve (işin ilginç ve alışılmadık tarafı) üretilen güç yeniden ve yeniden kendini tanımlıyor olacak.
Üretilen bilgi de nesne de kavram da… Öyle bir hızla üretilecek ki, buna insan bir noktada erişemez olacak, o anda da sistem insanı aşacak. Buyurunuz, bu noktadan itibaren, güç, artık merkezsiz bir varlıktır.
Ağ üzerinde akışkanlaşmış bir gücün, hiç durmaksızın kendini yenileyerek büyümesi söz konusu, anlatabiliyor muyum?
O halde egemenliğin tahtı boşalıyor mu?
Acayip…! Çöküş mü?
Bu dönüşüme ‘çöküş’ demek, eski klişelerin diline tutunmaktır.
Önemli olan varoluşun sürekliliği.
İyi Güzel de Bütün Bu Değişimler Bize Ne Söylüyor?
Evet, o köşeyi dönelim, kronoloji sayıklama gayretkeşliğinden sıyrılıp, manzarayı görelim. Benim gördüğüm manzara şöyle:
Madde 1. Değişen zamanla birlikte, değişen bir bilinçle tanışılacak. Aslında zaman değişmiyor, sadece onu görme biçimimiz değişiyor. Böylece de zamanda ‘olma’ biçimimiz değişecek.
Madde 2. Doğa artık ağaç, su, böcek olmanın ötesine geçip, veri setine dönüşecek ve binlerce yıldır organik dediğimiz doğaya ‘inorganik’ demeye başlayacağız, zira ağ-bilinçteki hakiki organik ile tanış olunacak. Yani, insan doğayı aşarak kendi sınırını da aşmış olacak.
Madde 3. İnsanın hakikat ile ilişkisi yeniden biçimlenecek.
Madde 4. İnsan bu sürecin başlarında önce doğa mahrumiyeti yaşayacak, bu boşluğu aştıktan sonra da “artık merkez yok gari” diyene kadar, merkez kaybı yaşayacak.
Sonunda, benliğin ağ-bilinçte yeniden tanımlanmasına doğru gidecektir yol.
Bence bunun en güzel tarafı, insan artık kendini tanımlama ve tanımlayarak var etme telaşından kurtulacak. Bu telaş ve riya ortadan kalkınca, umudum o ki, insan varoluşunda ilk kez sükûnet içinde olanla bir olup, olanı izleyecek.













Yorumlar