

aile boyu iktidar sevdası
Efendim, fotoğrafımız Bush ailesinden. Bushgiller şahaneler... değil mi? Baksana şu fotoğrafa. Sevgi ve neşe ekranlardan taşıyor. Sanma ki böyle bir fotoğraf için o giysileri giyip, öyle bir salona kurulup, objektife gülümsemek yeterli. Sıkıysa kalk da yap! Hiç de öyle değil. Buyurun bakalım Bushgillere. Nasıl çıktı bu poz ortaya? Sene 1761 Timothy Bush doğuyor, 1 Nisan günü. Dünyaya gelmiş en büyük şaka. Bushgillerin müjdecisi. Timothy nalbant, aynı zamanda demirci de. Ortal


temiz toplum
Geçen gün Sivas'da, oto yıkama servisinde patron, bir çalışanı işini aksatıyor diye sandalyeye bağlamış, sabunla yıkayıp, tazyikli suyla durulamış, tüm olan biteni de birilerine kaydettirmiş. Sonra da paylaşmış sosyal medyada, "ey ahali yargı-hüküm-ceza sistemimizi gör". Filmde görülüyor, adam zor nefes alıyor, ama patron keyifli. Muhtemelen orada, bunu izleyen bir kaç kişi daha vardı. İzleyenlerin gevrek kahkahaları kulaklarınıza kadar geliyordur. Bilenler bilir, yıllar önce


atem tutem ben seni
Tut ki, "Tut ki" aşiretinden gelmişsin. "Tut ki'ler" deniyor size. Afrikalı değil, özbeöz Anadolu. Soğuk sızma ... Tut ki, aşiretin "Replika" kolundansın. Üstelik...! Tut ki, bir 'şey' olasın var. Bir şey'sin tabii de, daha da 'bir şey' olasın var. Mesela, istiyorsun ki izzet, itibar sana doğru aksın. Gürül gürül aksın, oluk oluk aksın... İnsandan saysınlar seni. Mümkünse, biraz da ötesi olsun. Tut ki, 'ben şimdi bir şey oldum' durumundasın. Gel gör ki, başkaca da bir halt de
güzel - çirkin
(Umberto Eco’nun güzel ruhuna) Doğuştan kör bir dostuma sordum.
“Senin için ‘güzel’ ve ‘çirkin’ nedir?”
Merak etmiştim, “güzellik ve çirkinlik” dediğimiz sıfatlar, insanın nesneyi kavrama bağlama ihtiyacı sonucu doğurduğu, kültürel ürünler midir?
Yoksa, nesnenin yıpranıp, eskiyip çürüme sürecine girmesiyle aldığı hale ‘çirkin'; tam tersi olan taze, körpe, yeni hale de ‘güzel' mi diyoruz?
Yoksa, bu durum ruhumuzun bir yansıması olarak, dışarıda bu biçimlerde mi görünüyor?
pislik ...
Bir dostumla, Taksim'den Harbiye'ye doğru yürüyoruz.
Ortalıkta dilenen Suriyeli çocuklara "yetti ulan, yettiii, bıktım sizden, s*ktir olun gidin bu ülkeden" diye bağıran bir seyyar satıcıya bizimki kızdı, hem de çok kızdı. "Faşist herif, nefretini çocukların üstüne kusuyor" diye söylendi.
Sonra, bana dönüp, analize başladı "bu Suriyeliler sayesinde, bizim milletin ırkçı yanı ortaya çıktı, hep içlerinde besledikleri o ayrımcı ruhu azgın bir köpek gibi saldılar piyasaya pisli
İnsan doyar mı?
Doymaz. Buna anlamanın binbir yolu var tabii. Dolaptaki giysiler, ayakkabılar bile yeter. Dur durak bilmeyen savaşlar neden ki? Bu huzursuzluk, bu kapkaç, bu mal-mülk sevdası? Bu “o da bana, şu da bana, nah sana nah sana” halinde özetlenebilecek yaşam parolası, neden? Zafere doymamışlık, herkesi kendine benzetme gibi hal ve gidişlerde sınırsızlık? Açız! Doymayan gözü kara toprak doyurur mu? Bunu henüz bilmiyoruz, iddia o ki doyurmuyor! Geçenlerde bir dostumla dertleşiyorduk,
Selim - 1
Dedim “kimsin?”
Dedi, adım Selim
Dedim, “sen kimsin Selim?”
Dedi, Selim Alkan, iki çocuk babası, 45 yaşında, 1.80 boyunda, hukukçu, karımın adı Fulya.
Dedim, Fulya’nın kocası, iki çocuk babası, 1.80’lik hukukçu Selim, sen kimsin?
Dedi, Türküm, Müslümanım, Fenerliyim, romantiğim, macera filmlerini severim, Gümüşhane’dir memleketim, hamdolsun taş gibi erkeğim, iki ev, bir araba.
Dedim, taş gibi erkek, Gümüşhaneli Müslüman Türk, hukukçu, iki çocuk babası, Fulya’nın kocası
şu bizim Charles - II
(Bir yıl geçmiş üstünden, hey gidi Charles) Fransız bir arkadaşımla Anadolu'nun bir köyünde düğüne davet edildik.
Düğün, dernek işlerinden pek haz etmem ama bizim Charles tutturdu, "Türk gelenekleriyle tanışmak istiyorum, gidelim".
Dedim, "oğlum kaşınma."
Dedi, "geleneksel Anadolu düğünü". Akşam olunca, muhtar bizi otelden aldı.
Düğün evinin kapısında iki davul, iki zurna. Bir kaç delikanlı, kendi hallerinde halay çekiyorlar.
Manzarayı görünce, bizimkinin içi eridi, da
adamın biri
Adamın biri, bizim köyün yolunda,
elinde şemsiyesi, dört günlük sakalı, bembeyaz, gür ve dağınık saçlarıyla dikiliyordu. Durduk, bindi arka koltuğa.
“Ben seni tanımadım” dedi.
Dedim, “ben de seni tanımadım”.
Ufuk çizgisine bakıp, sustuk bir süre. Şehire doğru yaklaşırken, “yavaş git, buranın insanı mal gibidir, atlayıverir yola” dedi.
“Peki!”
“Geçenlerde tam da burada birini ezdiler, 400 bin lira ödediler kan parası, üstelik ezilen de sarhoştu”.
Sustuk.
“Çok para!”de
kim bunlar?
Türkiye’nin değişen gıda üretimi üzerine bir çalışma yapıyordum, bunun için de Küresel Gıda Güvenliği Endeksi’ne girip, ülkenin durumuna bakmak istedim. Karşıma, “küt” diye arkadaşımız DuPond çıkmaz mı? Ne işin var buralarda, çık aradan! Endeksi (ki bedava) indirmek istedim, hazret yine girdi bir ara yüz olarak. “Önce bana bir e-posta gönder, adını soyadını, adresini bir ver, ben sana geçiş vereyim”.
Haydiii.... Mümkün değil, sağdan dolaş yine bunlar, arkadan sızmaya kalk y