raf ömrü
2010 yılıydı sanırım, yoksa 2011 mi?
Migros'a domates satmak istedim.
İstanbul'da konuyla ilgili yetkiliye gittim, anlatıyorum saf saf "...pembe, sulu mu sulu, tatlı mı tatlı domateslerim var, tohumu atadan kalma, üstelik organik bile değil, bunlar tümden doğal..."
İçinden, "anlat anlat, o kadar yolu gelmişsin, dinleyeceğiz artık" diyor, suratta müstehzi bir gülüş. Sustum birden, bakakaldım o yüze.
"O domatesleri siz yiyin" diye bir giriş taksiminin ardından, "inleyen na
üstelik yöresel
Ekim başında Toros Dağları’ndaydım yine. Önümüde Binboğalar Dağları, çevre fırdolayı sedir ağaçları.
Manzara öyle böyle değil.
Yaşar Kemal satırlarıyla çizilmiş bir dünyada, dere kıyısına uzandık, taze ceviz yiyip muhabbet ediyoruz. Büyük tatil köylerinde altı yıl barmen olarak çalışmış Mustafa, sonra dönmüş köyüne.
Hep merak etmişimdir barmenlerin hayatını.
Mesela, içip içip derdini döken müşteriye nasıl tepki veriyorlar?
Mesela, hayatı alkol şişeleri içinde geçen biri
hımbıllığın kökünde ne var?
Tut ki bir domates ektin bahçeye.
Gözün gibi baktın, evlat mübarek.
“Gak” diyor su, “guk” diyor gübre.
Sevgi ve şefkatte sınır yok.
Dedik ya, evlat!
Ne olur sonunda biliyor musun?
Arkadaş alır başını gider, boyu seni geçer, ağaç gibi dalları olur.
Domates?
Bir tane vermez.
Niye versin, salak mı?
Ekmek, su hazır, ohhh…
Köklerini de büyütmez, nasıl olsa ayağına kadar geliyor her şey.
Kof mu kof bir beden.
Domates almak istiyorsan ona ölüm hissini tattıracaksın