top of page

biz bizi yiye yiye mi büyüyoruz?


Hayır...!

Yiye yiye büyüyoruz gibi görünse de manzara, aslında yiye yiye bitiyoruz.

Birkaç yıl önce yazdığım bir yazıyı güncelleme ihtiyacı duydum.

Çünkü, durum gittikçe daha derin bir çukura doğru sürüklüyor bizi.

Nehrin akıntısına kapılmış sürüklenen odun parçaları gibiyiz.

Nehir, nehir olsa, ona da "eyvallah" diyeceğiz de, o da başka bir şey.

Deli Dumrul, durum nedir?

Haydi bakalım.

(Ey muhterem okur..! Aşağıda okuyacakların, her ne kadar gıda ile ilgili görünse de, yazılanlar bizim hayata dair kendi ellerimizle yazdığımız hikayemizle ilgilidir; okuyacağın cümlelerin sunduğu da aslında, midemizden değil, beynimize geçenlerle ilgilidir)

Neredeyse 6 yıl geçti üstünden, Metro marketin balık reyonunda görmüştüm. Bilenler bilir, havyar (siyah) kutusu tipiktir. Baktım, caviar yazıyor kapakta. Bir de mersin balığı resmi. Altında da, "original product of Russia" yazmışlar. Karadeniz’de mersin balıklarını bitirdik. Ruslar, Azeriler ve İranlılar uyanıklık yaptılar, Hazar Denizi'nde balığı yakalayıp ameliyatla yumurtasını alıp, balığı geri bıraktılar. Biz Türk usulu çalıştık, balığı da, yumurtayı da yedik.

Yetmedi, yumurtlama erginliğine gelmemiş balıkları da yedik.

Ruslar da nereye kadar?

İnsan evladı yaban hayatındaki bir canlının yumurtasını yemekten haz alırsa, o canlının hali nice olur?

Çocukluğumda, mersin balığı yumurtasını dökmek için Karadeniz'den Kızılırmağa girerdi, içerilere sokulur, yumurtayı ırmak kıyısına bırakır, çıkardı. O sırada da balık tutulurdu. Sonra, barajlar sayesinde nehir yatağı bozuldu, yumurtlama alanı bitti, zaten balık da bitti.

Neyse, bu markette gördüğüm çok parlak, siyah inci taneleri gibi parlıyordu. Satıcıya sordum, "bu mersin balığı havyarı mı?", "evet abi" dedi. "Neden ucuz?"

"Rusya'dan geliyor abi, Hazar havyarı". Kavanozun altındaki etiketi de okumalı. Derin bilgiler var orada. İçindekiler: Okyanus balık bulyonu (uskumru), Tuz, Zeytinyağı, Pektin E211, Sodyum benzoat. E202, Potasyum Sorbat, Doğal renk E153.

Abbovvvv...! Bu havyar değil ya? Sen uskumruyu al, parçala, minik toplar yap, siyaha boya, koruyucu kimyasallarla harmanla ve elaleme "doğala özdeş havyar" diye kakala. Satan adamın haberi yok.

Rafta vakumlu poşetlerde, pembe pembe duruyor yengeç etleri.

Bunlar yengeç mi?

Yengeç abi ..!

Hadi canım, kim kaybetmiş yengeci, biz bulalım...? Mezgit o, ama doğala özdeş yengeç.

"Abi, ama üstünde yengeç diyor".

Daha dikkatle bak, "aslında öyle gibi görünse de, yengeç etinin suyunun suyuna batmış mezgit eti" eveleme, geveleme ... bir şeyler yazıyor üstünde.

Ya karton kutulardaki donmuş yengeç bacağı?

O da mezgit, patates bile var içinde.

Ne olur yani, havyar yerine boyalı uskumru parçaları yesek?

Yengeç yerine mezgit, kaz ciğeri yerine tavuk ciğeri ...

Altı, üstü dildeki bir kaç milyon reseptörü tatmin etmek değil mi?

Elbette öyle ama, tüm bunlar için yazılan ve içinde bizatihi yaşanan hikayeyi okuyalım.

Takılma şimdi reseptör, meseptör işlerine ... hikayemiz başka.

Baktım markette zencefilli gazoz da var, ithal etmiş büyüklerimiz, sağ olsunlar.

İçinde zencefil var mı? Yok. Aroması da, rengi de yapay. Ama kendisi doğala özdeş.

Tıpkı nar ekşisi gibi, içinde nar yok ama adı nar ekşisi.

Bizim bir çiçekçi var, serada karanfil ve gül yetiştiriyor. Satmadan önce üstlerine koku sıkıyor. Doğala özdeş gül! Zavallı bülbül!

Markete üzüm gelmiş. Kırmızı, iri, dipdiri şeyler. Erik gibiler maşallah! Nereden geliyor bunlar? Şili'den. Şili mi? Evet! Kaç gündür buradalar? 3-5 gün oldu.

Düşünün, Şili'nin bir köyünde topluyorlar bunları. Uzun yolculuklar sonunda bizim kasabaya kadar geliyor. Bir süre bizim manavda bekliyor. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de 3-5 gün daha, bana mısın demiyor. Hala kütür kütür. İyi ama, nasıl? Şahane şeyler var, adına ilaç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilaçlardan birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela: Dane büyüklüğünü arttırır, Dane ağrılığını arttırır, Dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir, Tam olgunlaşmadan daneye parlak sarı yeşil rengini verir, Dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnç katar, Kullanım dozu yükseldiğinde sofralık üzümlerde hasadı geciktirir. Raf ömrü uzar. Nedir bu? Sitokinin. Büyüme hormonu. Bakın şu şansa ki, sitokinin insanda da aynı işe yarıyor. Sonra anneler şikayet ediyorlar "ee benim çocuk erken kıllanıyor!" Bu dünya böyle hanım abla, sen üzümü alırken kıllanmazsan, çocuğun kıllanır.

Bu gibi bitki gelişmesini düzenleyiciler (bitki hormonları yani) pek çok sebze ve meyvede kullanılıyor. Bizim yerli üzümlerde de ...

Dünyada acayip sevilen şeyler.

Bitki hormonlarının 2026 yılında küresel pazar payının 3 milyar ABD dolarına ulaşacağı belirtiliyor. Sitokinin ve oksin gibi iki temel hormonun pazardaki payı 2.1 milyar.

Acayip...!

Kim üretiyor bunları?

Dow Kimya, Bayer, BASF, Syngenta ... yazmıştık bu arkadaşları.

Geçmişin bomba ve silah üreticisi, büyük kimya devleri.

Şimdi hepsi gıdaya el attılar.

İş bu devlerin eline geçmişse, medyası da, bilimsel araştırması da, üreticisi de ... söz konusu kimyasalları masum gösterirler.

Bunlar ki, daha dün atom bombasını "dünyaya barış" diye ürettiler.

Bu gün el birliği ile açlığa çare arıyorlar.

Böyle bir evrimleşme sürecini "tercih" ettik.

Evet, bu bizim tercihimiz.

Yedi milyar insan, hep birlikte istedik, tek bir yürek olup, canı gönülden haykırdık: "Ya Rabbi, ne varsa, hepsinden, mümkünse en fazla, aç gözlerimiz doyana kadar istiyoruz..." dedik.

Tanrı'dan, tüm insanlığın tek bir ortak talebi oldu, ki o da buydu.

O da, "madem öyle, bu tercihin sonuçlarına katlanın" dedi.

Dünyada bu gün bir milyar sığır var.

Nasıl büyük bir üretimdir bu, tahmin edebiliyor musun?

Buna bir de koyunu, domuzu, tavuğu ekle...

Onların tükettiği suyu, mısırı, buğdayı, çayırı ekle.

Onlara yapılan işkenceleri, yetiştirme koşullarının rezilliğini ekle.

Yem diye yedirilen ağaç talaşını, mermer tozunu, antibiyotiği ekle.

Birkaç bin yıl önce, "medeniyet" kurarken, "Aleph" diye alfabenin ilk harfine adını verdiğimiz inek bak şimdi ne oldu.

Altından büstünü yapıp tapıyordu İbraniler ona.

Mısırda da, Babilde de ...

Samanyolu bile aslında, milkyway yani kutsal ineğin süt yoluydu.

O binlerce yılın kutsal hayvanı, bu gün her haltı yiyerek, süt ve et üreten makinalara dönüştürüldüler.

O kutudaki havyar gibi, yengeç gibi, nar ekşisi gibi...

İnsan da doğala özdeş bir mamül ürün oldu.

İyi de, neden böyle oldu?

Sanmayın ki, mesele sadece gıda meselesi.

İlişki içinde olduğumuz her şey sentetikleşme sürecine giriyor.

Başta düşünce, sonra da bilgi.

Eeee... geriye de başka bir şey kalmıyor.

İstiyoruz bunu.

Sadece, -mış gibi yapmaya bir süre daha devam ediyoruz.

İstemiyor -muş'uz gibi yapıyoruz.

Doğalmışız gibi de ...

Sanki biz, kendimizmişiz gibi...

Ama bilmemiz lazım ki, biz epeydir o sandığımız biz değiliz.

Biz artık, ensesinde barkodu olan, üretilmiş mamül ürünleriz.

Her birimizin pazarlandığı raf ve o rafta kalacak raf ömrü var.

Akıl artık bizim aklımız değil, fikir hiç değil.

Öyle bir efsane içine soktuk ki kendimizi; kendi kendimizi ürettirip, ambalajlatıp, pazarlatıyoruz ve sonunda da tüketiyoruz.

Haberin var mı?

Bizi biz tüketiyoruz ....!

Üstelik, acayip bir hızla.

Bunu, yani içinde tükenerek yok olmayı tercih ettiğimiz senaryoyu biz, kendi ellerimizle yazdık.

İnekler bir milyar, biz yedi milyarız.

Onlar ot yiyor, biz hem otu, hem ineği, hem birbirimizi yiyoruz.

Bize biz dayanır mıyız?

Bu ruh bunu nasıl taşır?

Çıkış için yeni bir senaryo yazmak gerekiyor.

İnsanlık, yeni efsanesini yazmadan, bu içine sıkıştığı efsaneden çıkamayacak, zira içine düştüğümüz girdabı bizim doyumsuzluktan doğan enerjimiz döndürüyor.

Ya birbirimizi yiye yiye biteceğiz, ya da yeni bir efsanenin kahramanlarına dönüşeceğiz.

Mesele istemek, yukarıdaki duayı değiştirip, yeni bir istek için haykırmak.

öne çıkanlar
en yeniler
arşiv
etiketler
Henüz etiket yok.
takip edin:
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • images
bottom of page