top of page

uçuş - 4

Nasıl da temiz yüzlü bir kadındı. Hani, “üstünden masumiyet akıyor” derler ya, öyle bir şey.

Uçağa binmek üzere beklediğimiz kuyruğa yanaştı. Bir elinde oldukça kirlenmiş, irice, pembe bir bavul, diğer elinde fermuarlı siyah spor çantası, omzunda da bilgisayar çantası. “Bu kadar donanımla nasıl yanaşacak?” diyen gözlere baka baka, ben dahil, en az 30 kişiyi arkada bırakıp, önlerde bir yere yerleşti.

Sonra, üstündeki masumiyeti akıta akıta uçağa girdi. Önce, pembe bavulu hostesin yardımıyla beş numaralı koltuğun baş üstü dolabına yerleştirdi. Ama oturmadı oraya. Sonra, spor çantasını iki sıra ilerideki dolaba tıkıştırdı, oraya da oturmadı. Sonra, 12 numaranın üstündeki dolaba bilgisayar çantası ve ceketini koydu. Ve oturdu.

Ortalık vıcık vıcık masumiyet deryası olmuştu, üstüme başıma bulaştırmadan oturdum yerime. Yanyana, tıkış tıkış ikili koltukları olan, küçük bir uçaktı, pencere kenarında büzülüp, dışarıyı seyretmeye koyuldum. Yanımızdaki uçağa bagaj yerleştirenlerin, bavul savurma hünerlerine kendimi kaptırmışım.

İşte her şey o sırada oldu. Gökten bir şey, yanımdaki koltuğa düştü. “Allah!” demişim. “Merhaba!” dedi, al al, balon yanaklar arasından gülümseyen bir ağız. Nasıl da şirin bir surat? “İşte gerçek masumiyet bu” dedim. Ben diyeyim 180 kilo, siz deyin 220. Rahmetli cihan pehlivanı Adalı Halil’in reankarnesi. Rabbim yanıma yollamış. Hem de öyle bir yollamış ki, yarısını kendi koltuğuna, yarısını da benim koltuğa pay etmiş. Sual olunmaz, nasip!

Siyah takım elbise içine beyaz gömlek, üstüne de bordo-kırmızı parlak verev çizgileri olan kravat kuşanmış Adalı. Yakada, kocaman TBMM rozeti. Hani, o “ben vekil değilim ama vekil tanıdığım var” diyenlerin taktıklarından.

Adalıyla karşılıklı “iyi yolculuklar” diledik birbirimize. Yüzüme tatlı tatlı güldü veee... Ve işte o an, o an horlamaya başladı. ‘An, en kısa zamandır’ sözü ne demekmiş, şıp diye anladım. Bu kadar da olmaz ki Adalı, nasıl olacak bu birliktelik? Uçak yükseldikçe, o mübarek varlık titreşimi artırdı, artırdı, artırdı...hep kreşendo hep kreşendo… Horrrrrr… rrrr… rrrr…. Bu nasıl bir şey ya Rabbi? Ses felan değil bu… mübarek magma yeraltından çıkmaya karar vermiş, çıkış noktası olarak da benim yan koltuğu seçmiş. “Sen o efsanevi rakibin kaburgalarını kırma olayını titreşimle mi yaptın be adam?” Horrrrrr rrrr rrrr…. Camları kapadım, çatlar, matlar. Horrrrrr rrrr rrrr rrrr… ... Bu hiç de normal değil, var bu işin içinde birşey. “Herhalde benimle başka bir boyuttan iletişim kurmak istiyor Adalı” dedim. Horultuları titreşim demetleri olarak alıp, (kaburgalarımdan mümkün olduğunca uzakta tutmaya çalışarak), herbirinin derinlerine gittim, en derindeki sese odaklandım, diplere nüfus ettim. Gerçekten arkada, çok arkada başka bir titreşim vardı. Onu yakalayıp, anlam dünyama taşımaya başladım. Baktım Adalı “bavul, bavul, bavulu unutma” diyor. Dedim, “Adalı, ne bavulu, benim bavul bagajda”. “Bavulu, bavulu unutma, bavulu unutma, horrrrrr” Kimin bavulu bu Adalı? “Bavulu unutma, bavulu bavulu unutma, horrrrrr” Adalı, unutmam merak etme. “Bavulu unutma, biri 14 numara, biri 16, horrrrrr” Ulan Adalı, sen de mi? “18 numarada iki kutu baklava, horrrrrr” Ya Rabbi, sen büyüksün.

öne çıkanlar
en yeniler
arşiv
etiketler
Henüz etiket yok.
takip edin:
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • images
bottom of page