Boru mu bu? Ya da Rene Magritte üzerinden 'gerçeği' aşmak.
Önce soralım, ressam Rene Magritte’i tanır mısın?
Haydi o zaman, hızlı bir tanışma faslına girişelim.
1898 yılında Belçika’da doğmuş Rene.
Baba terzi, anne kadın şapkaları yapıyor.
12 yaşında resim dersleri almaya başlamış, 13’e geldiğinde anne Adeline cumburlop Sambre nehrine atlayıp, hayatına son vermiş.
Hay Allah ... işe bak.
Adeline’nin önceki nehir seferlerini bilen baba Lèopold, anneyi odaya kilitliyor ama çıkmak isteyen cana kilit mi dayanır?
Dayanmaz ...!
Adeline’nin bedeni nehirden çıktığında, üstündeki uzun elbisenin eteği yüzünü örtüyormuş ve bu Rene Magritte’nin resimlerinde, izleyene ‘ceee’ dermiş... Yalan da değil.
Hayatının bir dönemini afiş ve reklam için desenler çizen, tasarımlar yapan Magritte, ilk sergisini Bürüksel’de 1927 yılında açıyor.
Yani, kaç yaşında…? 29.
Sonra Paris’de Andre Breton ile tanışıyor, hoş geldin gerçeküstücülük.
1967 yılında öte tarafa doğru yola koyulur ki, dönüş yaşı 65 mi olur?
Sanki.
En bilinen tablolarından biridir, “bu pipo değildir” dediği, pipo resmi.
Tabloda, resmi yapılan nesne bir pipo.
Ressam tabloyu yapıp, altına “bu bir pipo değildir” yazınca iş bozulmuş.
Bu bir pipo değildir de, nedir?
Öyle ya… sorarlar, kimsin sen pipo?
″Gördüğümüz her şey başka bir şeyi gizliyor, her zaman gördüğümüzün ardında gizlenmiş olanı görmek isteriz.″ demiş Magritte
Şöyle bakalım olaya, bir izleyen var (tut ki sensin o, sana özne diyelim şimdilik) bir de izleyen tarafından izlenen (ona da nesne diyelim).
İkisi arasında nasıl bir ilişki var?
Nesneden özneye doğru akış var, değil mi..?
Bilgidir akan.
İlk bakışta edinilen ilk bilgi çok yalındır.
“PAT” ya da "ŞAK"
İşte bu… fotoğrafını çekersin, nesneyi olduğu gibi alırsın içeri.
Sonra, o nesne belleğe gider ve oradaki komisyon odalarına uğrar birer birer…
Sanat komisyonu, entelektüel malumatlar komisyonu, ahlak komisyonu, diyanet komisyonu, siyaset komisyonu, elalem ne der komisyonu… oooo… doludur içerisi.
İçeri giren bilgi o komisyonlara uğramadan yol alamaz, nesneye ait bilginin içerideki bu seyri aslında zamanda olmaktadır, zira bellek zamandır ve o odalar bilgiyi bellekte dünün bilgisi ile karşılayıp, harman ederler.
Bellek zamansa, düşünce de zamandır.
Özne ile nesne arasındaki ilişkiye biçim veren de zamandır, çünkü bilgi zamanda oluşur.
Gelelim “bu pipo değildir” meselesine.
Tablodaki yazıdır işi ters-yüz eden.
O yazı olmasa, aslında resim bal gibi bir pipo resmidir.
Yazı, nesneden özneye akan bilginin içeriğini değiştirmiştir.
Bu bilgiyi alan izleyicinin zihninde artık o pipo değildir, başka bir şeydir ve o başka şeyin bilgisi aranmaya başlanır.
Acaba ne…?
Ardında gizlenmiş olanı nasıl bulabilirim…?
Nesne ile özne arasındaki süreç gerçeklik boyutunu aşmış, dağılmış olan gerçeğin üstüne doğru hamle yapılmıştır.
O tabloda bize pipo taklidi yapan şey, nesin sen…?
Hani bizde bir laf vardır ya, “boru mu bu?” söz aslında phallusu işaret eder.
Penise göndermedir, "o bir boru değil, içinden sıvı aktığına bakıp kanma, bunun ne işlevleri var …ooo bir bilsen...!"
Şimdi, tablonun altında da aslında “bu bir boru ‘pipe’ değildir” yazıyor, içinden duman geçtiğine bakma sen, bu nedir buuu…!
İşte hep o gizem, nedir bu…?
Aslında o hiçbir şeydir.
Al işte…!
O ki mevcut gerçeklik yıkılmıştır, izleyici oluşturacağı yeni gerçeklik içinde yeni anlam oluşturmaya başlar.
Nesneye de yeni bir rol verir.
Her rol yeni bir gerçeklik, yeni bir gerçeklik yeni sahne, yeni bir algı, yeni bir anlam…
Her birinin de tabloda mekânsal karşılığı olmak zorunda mıdır?
Evet.
Gerçek yıkıldığında, zaman içinde mekan, algı ve anlam sürekli değişir, böylece süreç ortaya çıkar, yeni oluşan gerçek sadece süreç içindeki bir ürün - çıktı olur, kalıcı olan unsur sadece süreçtir, çünkü zamanda gelişir olup bitenler.
Bakın ne demiş: “Doğrusunu isterseniz, benim resimlerimi gören biri kendi kendine şu basit soruyu sorar: 'Bunun manası ne?' O resmin bir manası yoktur. Çünkü zaten gizem de aslında hiçbir şeydir, bilinmeyendir.”
Gerçeğin yıkılmasıyla akan süreç içinde, nesneden akan bilgi nesneyi aşmaya başlar, öyle de olmak zorundadır çünkü o artık yeni bir role soyunmuştur, yeni bir sahnede, yeni gerçeklikler doğurmak üzeredir artık.
İlginç değil mi…?
Nesneyi aşmak… Nesnenin bilgisi, kendisini aşıyor, kendi özündeki bilgiyi aşıyor.
Yani, o artık pipo olmaktan çıkıyor.
Magritte çıplak bir kadını havaya resmediyor.
Gerçeğe meydan okuyor yine.
Paradoks oluşturuyor, sonra izleyeni o paradoksa davet edip, içerideki çatışmadan yeni gerçekliğin kurgusunu doğurtuyor (izleyene).
Paradoks ve yanılsama (illüzyon) aslında algıyla ilgili.
Magritte'de zaten algıya hitap ediyor.
Gördüğün gerçek mi? Ona nasıl inanıyorsun ve gerçek olarak kabul ediyorsun ki?
Altı üstü bir illüzyon, senin algın o...sıradan nesnelere ve onlardan gelen akışa yeni anlamlar yüklemenin ne sakıncası olabilir ki?
Magritte bunları anlatmaya çalışıyordu resimleriyle.
Aşağıdaki öpüşen sevgililer de ilginçtir, desem ki başlarına sardıkları aslında kefendir, bak nasıl herşey değişiyor?
Resimden akan bilgi verilen mesajla nasıl bir algı oluşturuyor ... inanılmaz değil mi?
Bu şekilde resmin karşısında 15 dakika dursan akan bilgi değişir mi?
Değişir.
Yarım saat dursan ...?
Ohoooo... Neler olur, neler.
Yarım saatin sonunda, "şaka şaka, ressam burada başlara beyaz bez örterek, görmeyi, işitmeyi, koklamayı bir saaf beyazlıkla iptal ederek, tüm bunlar olmaksızın doğan aşkı çizmiş" desem, bak ne oluyor o yarım saatin emekleri.
Tamam, vurma bana... Dünya böyle, sürekli akan bilgi, değişen anlam ve onunla birlikte büyüyen bir akıl.
Sen durmasına izin vermediğin sürece o akış canlılığını korur ve sürekli kendi gerçeğini üretir.
Durdurduğunda ise, katılaşır veee ... Bunu ben söylemeyeyim, sen tahmin et.
"Allah başa vermesin" diyeceğim, lakin vermiş bir kere.
Geçenlerde biri diyordu bir şeyi anlatmak için yeni bir yol bulunduğunda, bu yeni yol anlatmaya çalışılan şeyin anlamını evrimleştirir[1].
Resime de, heykele de, karşımızda duran bir ağaca da, su kuyusuna da (bu da nereden çıktı?) algısal olarak bakabiliriz, değil mi?
Afedersin, aptal gibi yani.
figürün anlatmak istediğine, renklere, desenin hareketine, sanatçının hayatına takılmadan.
Öööööylee bakacaksın.
Ondan sana gelen akışı serbest bırakıp, algısal içeceksin, lıkır lıkır...
Ve yine izin vereceksin ki, akış sürsün ve algı yaşasın ve gerçek sürekli kendini yenilesin.
İşte, bu akışla gelen bilgi (kısa) bir süre sonra bilginin kaynağı olan nesneyi aşar, nesneyi aşınca, nesneyi de değiştirir ve o pipo pipo olmaktan çıkar.
Hah... şimdi oldu işte.
Bunca laf, sadece şu cümleyi kurmak içindi.
Haydi eyvallah.
[1] Özlem Saçakçı’nın, Varoluşçuluk ve Fenomonoloji -I tartışmasındaki değerli yorumlarından.