top of page

Yıl 2100, halimiz nicedir ...?


(Başlarken bir not: 2016 yılında yazılmış olan bu yazı, 2023 yılı Ekim ayında minik güncellemelerden geçti)


Bu günkü laklak aleminin göbek taşına “Dünya, nereye gidiyorsun?” sorusunu yapıştırdık.

Keseyi kapan gelsin, terleyeceğiz biraz.

2100 yılında halimiz nicedir eyy Deli Dumrul?

İnsanlar ne yiyip, ne içecekler? Dünya kaç kişi olacak?

Yine uzun bir yazı.

Yine aşk, yine heyecan, yine gözyaşı…

Ya Rabbi, sen bizi güldür.

Bak şimdi, peşin peşin anlaşalım, “amaaan sende” deme, iki cümle sonra sıvışma,

şunun şurası 73 yıl kaldı, sen yazıyı okuyana kadar gelip, geçer.

Neydi soru?

"2100 yılında bizi nasıl bir gelecek bekliyor?"


Ey muhterem okur, bu yazı birbirine dikey eksende sıkı bağlarla bağlı, nüfus, iklim, gıda, teknoloji gibi bir kaç yatay tabakadan oluşur. Tabakalar iç içe çalışan son derece girişken ve dinamik süreçlerdir; diyeceğim o ki, birindeki hafif esindi diğerinde kasırga oluşturabilir.

Bu yazının amacı, çok boyutlu ve karmaşık bir kurgunun işleyişine dair anlayış ve yaklaşım tekniği oluşturmaktır.

Kuşkusuz bilimsel bir makale olma niyeti taşımıyor; farklı kaynaklardan edinilen veriler arasında farklar olması karmaşa yaratsa da, bu farklara takılmadan, geneldeki eğilimleri yakalamaya çalışmak önemli.

Mümkün olduğunca spekülasyondan uzak durmaya çalıştım, lakin insan spekülasyonun cazibesinden kolay kolay kaçamıyor, bunu da şuracıkta deyivereyim, kusuruma bakmazsınız artık.


Hazırsak başlayalım o zaman.


Nüfus

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'nun (UNFPA) nüfusa dair geleceğimizle ilgili üç farklı öngörüsü var.

Bunlardan ortada olan senaryoya göre, Dünya nüfusu 2050’de 10 milyara ulaşacak, 2100 yılında da 11.2 milyar.

Yüksek seyreden senaryoda, 2100 yılında nüfus 16.5 milyar.

Kötümserliğin alemi yok, boş verelim onu.

Orta karar senaryo ile nüfus 2100 yılında 11 milyar dolaylarında.

Düşük seyreden senaryoda ise, 2100 yılında nüfusumuz 7.3 milyar (ve giderek düşüyor ...)

Her üç varsayımda da belirleyici faktör doğurganlık oranı ile yaşam süresi.

Herkesin, o ortadaki senaryoyu kabul etiğini söylemek zor; her üçünü de gündemde tutan farklı etkenler var. Yine de, biz bu yazıda “orta yol iyidir” diyerek, ortadaki senaryo verileri üzerinden ilerleyelim.

Ama dur...!

Nüfus üzerine çalışan başka bir kurum daha var. Washington Üniversitesi'nden Sağlık Ölçümleri Değerlendirmeleri Enstitüsü - IHME bu konuda yeni ama etkili bir kuruluş. Ciddi araştırmalar yapıyorlar.

"Yok arkadaş, paralarını Bill & Melinda Gates Vakfı veriyor, onları boş ver, yoksullara çip takmak için varlar" demiyorsan, yeni verileri çıktı fırından, taze taze, onlara da kulak verelim.

IHME diyor ki, mevcut duruma göre gidersek, nüfus acayip düşüyor. 2050 yılında 9.5 milyarız; 2064'de zirve yapıp 9.7 milyarı görüyoruz, sonra yokuş aşağı iniş başlıyor ki, 2100 yılına gelindiğinde Dünya 8.8 milyar.

Bu sayının da dörtte biri 65 yaş ve üstü.

Buyur...!

Dünya boşalıyor mu?

IHME bu sayıya ulaşırken kız çocuklarının okullaşma oranı, kentleşime, göç, düşük doğurganlık gibi parametreleri ele almış.

IHME'nin daha iyimser öngörüleri de var, en iyimserinde 2100 yılında Dünya nüfusu 6.3 milyar oluyor.

Hakikaten boşalıyor Dünya.

Nüfusun giderek düşeceğini varsaymak oldukça gerçekçi, çünkü biliyoruz ki doğum oranları düşüyor.

1970’lerin başında, kadınların her biri ortalama 4.5 çocuk sahibi iken, 2015 yılında bu sayı 2.5’e düşmüş.

Buna göre halihazırda nüfusun düşüyor olması gerekiyordu, ama artıyoruz, neden?

1990’ların başında yaşam süresi 64.6 iken, 2020 - 2025 dönemi için 73.2 olmuş. Hemen şuracıkta belirtelim ki, İsviçre bu ölememe konusunda 82.4 ile en israrlı ülke, sonra İzlanda ve Avustralya geliyor.

Öte aleme gitme konusunda aceleci davrananlar ise Afrikalılar. Örneğin Orta Afrika Cumhuriyeti 52.2 yaşam süresi ile en tez canlımız, sonra Leshato 52.5, Çad 52.7...

Konuyla ilgili çalışan tüm kurumlar bize şunu söylüyor "Evet, uzun vadede nüfus düşebilir ama bu düşüş küresel ölçekte dengeli olmayacak, birileri inerken, birileri son hızla çıkacak."

Kimmiş o inenler, çıkanlar?


Kaynak: www.populationpyramid.net

(ülkeleri fikir versin diye ben seçtim böyle, yoksa birilerinin bir amaçla yaptığı tablolar değil bunlar)

Yukarıdaki tabloda, 2017 yılı itibarıyla en kalabalık ilk 10 ülkeyi ve artı olarak bazı ülkelerin, 2050 ve 2100 yıllarındaki durumlarını göstermek istedim.

Bu veriler IHME'nin verilerinden farklı. IHME diyor ki, 2100 yılında bir numara Hindistan (1.09 milyar); ikinci Nijerya 791 milyar; üçüncü Çin 732 milyar.

Her ikisinde de Nijerya aynı sayıda kalırken, IHME öngörülerine göre Çin ciddi inişe geçiyor (%48).

Bu ilginç bir bilgi, bir tarafta dursun ve biz elimizdeki verilerle devam edelim, zira yukarıdaki ülkelerin nüfus projeksiyonları farklı olsa da, ülkelere göre oransal değişimler bize bir fikir veriyor.

Afrika büyüyor.

Çin şahane kilo veriyor, Hindistan azalma eğilimine giriyor.

2017 yılında 21 milyonluk Nijer Cumhuriyeti var mesela, 57. sıradan bir atak yapıyor ve 2100’de 209 milyon ile ilk 10’a giriyor.

Maşallah…!

Tanzanya keza, 56 milyondan, 299 milyona ulaşmış.

2100 yılının ilk 10’u içinde Nijerya (3), Kongo (5), Tanzanya (8), Etiyopya (9), Nijer (10) bulunuyor.

Yine IHME'nin verilerine dönelim (baş dönmedi değil mi? Aman..!). Aşağıdaki tablo IHME'nin 2100 yılı nüfus yoğunluğu sıralaması. Tıkış tıkışlık hallerine göre, dertli kavallar yani.

Eyy Avrupa neredesin?

Avrupa bitecek, Dünya Asyalı ile Afrikalıya mı kalacak?

Beyaz gidiyor, sarı ve siyah devri mi başlıyor?


Homo sülalesinin kaderine bak, sen iki milyon yıl önce dikil iki ayak üstüne, çık Afrika’dan; dön dolaş, yine Afrika.

Öte alemde insanlığın kayıt defterinde not düşmüşler: "İki milyon yıldır tek öğrendikleri göç."

Dedikoduyu bırakalım, işimize bakalım.

1950 yılında Dünya nüfusunun sadece %9.1’i Afrika’da yaşıyordu.

Bu günlerde Dünya nüfusunun %15.7’si Afrika’da yaşıyor.

2050 yılında %25’i Afrika’dan.

2100’de ise %49’u.

Nasıl?

Yetmiş yıl sonra, insanların yarısı Afrikalı.

Kalanlar da Asya, az biraz Amerika.

Burada o mübarek soruyu bir daha soralım: “Eyyy Avrupa, neredesin?”

Şu anda Avrupa nüfusunun beşte biri (%19.2) 65 yaş ve üstü.

Bu oran 2100 yılında kadar artıyor, yani Avrupa gittikçe nüfusu azalan, kalan nüfusu da yaşlanan bir kıtaya dönüşecek.

2050 yılında, Avrupa’da nüfusun %30’unun 65 ve üstü yaşta olacağı varsayılıyor.

2100 yılında da %32 (kimi senaryolara göre bu oran %41 de olabilir).

2019 yılında Avrupa Birliği'nde 26 milyon (%5.8) olan 80 yaş ve üstü nüfusun, 2100'de 60.8 milyona (%14.6) ulaşacağı varsayılıyor (Eurostat).

Aslına bakarsanız, 2050 yılında, (Afrika hariç) tüm dünya ülkelerinde, nüfusun dörtte birinin 60 yaş ve üstü olacağı öngörülüyor.

Ama Afrika hariç.

Söylemiştim zaten, değil mi?

1950 ile 2100 arasında, yaşam sürelerinin değişim, ilginç değil mi? 1950'de (ortadaki gri alan) nasıl bir düzgün üçgen ile yükseliyormuş? Sizce nereye doğru evrilecek bu şekil? İnsanlığın temel işi yaşlı bakımı mı olacak?

Nüfusu yaşlanan ülkelerde, yaşlı bakımı ciddi bir masraf.

Toptan alzheimer olmuş bir Avrupa’yı düşünemiyoruz.

"Gözlüğüm nerede, terliğim nerede? Avrupa nerede?"

Bütün bunlara karşılık, ekonomi tıkırında.

Gel de şaşma, ama büyüme katlanarak sürüyor.


İddia o ki, küresel gayri sahi hasıla (GWP), 2100 yılına kadar 17 kat artarak yaklaşık 2.160 trilyon $'a ulaşacak; En büyük artışlar ve en büyük pazarlar Afrika ve Güney Asya'da olacak; Hindistan ekonomisi 2060'larda dünyanın en büyüğü haline gelecek ve 2100'de ikinci sıradaki Çin ekonomisinden neredeyse %40 daha büyük olacak; Nijerya'nın GSYH'si 2080'lerin ortalarından itibaren üçüncü büyük olacak; 20. yüzyılın sonlarındaki ekonomik güç merkezleri (Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa, Japonya ve Rusya) 2100 yılında GWP'nin yalnızca %11'ini oluşturacak; ve tarımın GWP'deki payı %1'in altına düşecek ve tarımdan doğaya geri dönen araziler, dünya ormanlarının karbon depolama kapasitesini tarım öncesi seviyelerine geri getirilmesi için bir fırsat sağlayacak.


2100 yılı dolaylarında enerji ihtiyacının bu güne göre 500 ile 1000 kat daha fazla olacağı tahmin ediliyor.

Yani…?

Daha çok cep telefonu, daha çok bilgisayar, dürüm döner, pantolon, sakız (bu da nerden çıktı?), araba, uçak, veri.

Tüketmek suretiyle var olduğu gibi bir yanılsamadan uyanıp, derin can sıkıntısı ve geleceksizlik çukuruna düşmüş, halk olma becerisin yitirmiş bir insan güruhu.


"Felsefe yapma!" dediğinizi duydum; peki tamam, Afrika mon amour çemberine dönelim.

Üretim acayip artacak, Elon Musk 40 bin uygu ile tüm Dünya'nın anlık verilerini toparlayacak.

İnsan bir enformasyon ağında, veri olarak, çırpınan balık olacak, ama müşteri kim?

Kim yiyecek bunu?

Afrikalı mı?

İşte mesele burada.

Bu dur durak bilmeden büyüyen ekonomiyi hangi tüketici kitle besleyecek?

Ya da o dev ekonomi ne yiyerek beslenecek?

Daha dur… Tabaka tabaka ilerliyoruz, nüfus yeni bitti.

İklim

Unutulmaması gereken bir faktör, iklim değişikliği.

Dünya, bu nüfus artışı ile birlikte nasıl bir ekonomik gelecek tasarlayacak?

Yukarıdaki gibi, öyle kat kat büyüme, 1000 kat fazla enerji olacaksa.

İnsan içine düştüğü bu üretim - tüketim sarmalından çıkamayacaksa, bize 'refah' adıyla gazladıkları o tüketerek mutlu olma psikozu artarak sürecekse, CO2 emisyon ve konsantrasyonunu sürekli artacağını kabul etmemiz gerekecek.

(Evet, "iklim değişikliğinde insan etkisini abartmamak lazım, iklimcilik yapıp bunu sektöre çevirme" diyebilirsiniz, haklı da olabilirsiniz, değişenler doğal döngülerin evrimsel sonuçlarından biri olabilir kuşkusuz, ama olsun, sonuç olarak iklim değişiyor)

Genel çerçeveyi hepimiz aşağı yukarı biliyoruz, tekrar etmeyeyim şimdi.

Çölleşme, sel, verimde azalma, istilacı türlerin artışı … Bunlar günümüzde de yaşanan ancak gelişen zamanla etkisini daha büyük ölçekte gösterecek olan belirtiler.

İklim değişikliğine yönelik senaryolara göre, kazığın büyüğünü Afrika yiyor.

Yine mi?

Sonra Asya.


Yukarıdaki haritada, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Organizasyonu'nun -FAO bir çalışmasının sonuçları görünüyor: 2050 yılı itibarıyla, iklim değişikliğinin tarımsal üretime etkisi. Söylemeye gerek var mı? Kırmızıya gittikçe verim düşüyor.

Haritaya "şöyle bir" bakmak durumundayız. Yeşili ve kırmızıyı ayıralım, detaylara takılmayalım lütfen.

Detaya girecek olursak, haklı olarak insan sorar "Türkiye neden yeşil?" Harita çok genel eğilimleri gösteriyor, Türkiye'de Orta Anadolu'da ve güneyde ciddi kuraklık riski taşıyan yerler olması bekleniyor, bununla birlikte düşük riskli alanlar da var. Elbette tartışılır bir sonuç bu ama dediğim gibi şimdilik genele dair eğilimlerle ilgiliyiz, "şöyle bir" bakıyoruz.

FAO'nun öngörülerine göre yüksek enlemlerdeki kuzey ülkeleri (Kanada, Rusya, Avrupa gibi) yükselen sıcaklıklarla birlikte verim artışı yaşayacaklar; ürün çeşitliliği artacak, daha geniş alanlar tarıma açılabilecek.

Tropik bölgelerde artan sıcaklıkların tarımı olumsuz etkilemesi bekleniyor; Güney Asya ve Sahra altı Afrika ne sen sor, ne de ben söyleyeyim, FAO kibarca "yüksek risk altındalar" diyor ama durumları feci.

Başta hububat olmak üzere, gıda tüketiminde ciddi sorunlar yaşanması bekleniyor, çünkü zaten yetersiz olan su kaynakları iyice azalıyor, çünkü yağış rejimi değişiyor, çünkü buharlaşma artıyor ve çünkü yıl içinde yaşanan sıcak günlerin derecesi aşırı yükseliyor.

İstisna sıcaklıkların oluşturdukları pikler büyüyor. Ani yağışlar ve seller …

Tarımsal üretimde değişen iklimle birlikte istilacı türlerin ve özellikle mantari hastalıkların verime etkisi acayip olacak, zaten başladı. Denizlerde canlı kompozisyonu etkilenecek elbette, virüs ve bakteri dağılımları şaşırtıcı sonuçlar çıkartacak...

Küresel iklim değişikliğini, nüfus hareketlerinin üzerine bir tabaka olarak koyalım lütfen. Sonra da bunun üstüne kitlesel göçler eklenecek.

Peki ya gıda ?

Bu nüfusa göre, dünyayı bir açlık bekliyor mu?

Son 50 yılda, gıda talebi ciddi ölçüde yükseldi. Tamam, nüfus arttı, ama bir de yaşam standartları nedeniyle beslenme biçimi değişti.

Artan talebi Dünya çiftçileri karşılayabilecek mi?

Tabi ki hayır…!

Gıda üretimi artık bir endüstri oldu, çiftçinin ne işi var gıda üretimiyle?

Çiftçi artık, bir avuç kalmış toprağında, hayvanat bahçesindeki dar kafeslerde stresten dönüp duran ayılar gibi, amaçsız bir şekilde dönüyor.

Dünyada gıda üretimini büyük sanayiciler yapıyorlar artık. Teknoloji, bilgi, deneyim, verimli araziler, pazarlama olanakları, pazarı oluşturma ve yönetme … hepsi onların elinde.

Çiftçi kim ki?

Zaten kır boşalıyor, tası tarağı toplayan kentlere kaçıyor.

2015'de Dünya nüfusunun %50'si kentlerde, 2050 yılında %80, 2100 yılında %85 ve üstü.

Nüfusu düşüren de bu kentleşme zaten, lakin kentleşme dediğimiz de kent değil ki? Altyapı yetersizlikleri olan, sosyal çatışmaların yükseldiği, eşitsizliğin sokaklarda efil efil estiği, insanların nesneleştiği mekanlar.

Geleneksel kültürün döngüsel algısından kopup, "uygar oluyoruz" diye bağır çağır bir bilinmeze koşuşturan Afrikalının nüfusu artarken, beslenme alışkanlığı da değişiyor.

Afrikalı her geçen gün daha çok yemek tüketmek istiyor. Cümlenin bu "tüketmek istiyor" kısmı ilginç, zira bir tık öncesinde aynı Afrikalı tüketmek değil, hayatta kalmak için beslenmek istiyordu, şimdi iş değişti.

Artık o sadece gıda tüketmekle kalmıyor, yediklerini de değiştiriyor, farlı şeyleri tüketmek istiyor.

Çünkü, kendini içine tıkıştırtdığı "modern görünme çabası" ona bunu dayatıyor; bu yeni görünme biçimi arzusu beraberinde yeni alışkanlıklar devri başlatıyor.

Duş almak istiyor mesela, çamaşır makinası kullanacak, parklardaki çimler sulanacak… daha çok su lazım. Klimalar ve arabalar için daha çok enerji, beş çayları için bisküvi, okul çocuğuna patates cipsi, ucuzluk başladıysa hanıma üç çift ayakkabı … Hamburger.

Tüm bunlar için daha çok enerji, daha çok rekabet, daha çok çatışma.

Şu anda Batı Afrika nüfusunun dörtte biri, meyve, sebze, hayvansal ürünler gibi çabuk bozulan gıdalara ilgi duyuyorlar. Bu ilgi her ne kadar orta sınıfın beslenme biçimiyle ilgili gibi görünse de, aslında tüm gelir seviyelerinde hazır ve hızlı yiyecekleri tüketmeye yönelik bir ilgi var. Onlar da artık hazırlaması kolay ve hızlı gıdaları tercih ediyorlar.

Bu da beraberinde neyi getiriyor?

Ürünlerin tedariki, paketlenmesi, soğuk zincir, nakliye gibi süreçleri ve bunun için büyük şirketleri. Şirket kuruluyor ama ortada üretici yok?

Küçük, yerel üreticinin ürettiği iki çuval patates ile dönmüyor bu zincir.

Haydi bakalım, gıda ithalatı başlasın.

Kimden ithal edilecek? Endüstriyel üreticilerden elbette.

Afrikalının yeni beslenme sistemi böylelikle, her geçen gün daha fazla dışa bağımlı hale geliyor.

Neden Afrikalı gıda üretemiyor?

Topraklar mı verimsiz?

Kısmen… yukarıda gördük kısmen su da yok, gelecekte daha da susuz kalacaklar; yoğun tarım yapmak konusunda deneyim ve bilgi yok, makine zaten yok.


Sonuç olarak, üretimde verim çok düşük.

Mesela, buğday verimi (2016 yılı itibarıyla) Almanya: 764 kg/da; Hollanda: 798 kg/da; Nijer Cumhuriyeti: 200 kg/da; Demokratik Kongo Cumhuriyeti: 132 kg/da.

Haydi oldu olacak Türkiye’yi de verelim: 270 kg/da.

(Bizim halimiz de çok iyi değil elbet, Dünya’nın en eski, en çok kullanılmış, sıfır organik madde kalmış kıraç topraklarında buğday bu kadar olur. Bizi kurtaran, Söke, Bafra, Çarşamba, Çukurova gibi birkaç delta ovası.)

Birleşmiş Milletler Gıda - Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, daha önceleri düşme eğilimine girmiş olan gıda yoksunluğundan etkilenen insan sayısı (aç insan yani) bir ara azalır gibi olduysa da, 2014 yılından itibaren yine artmaya başladı.

En çok nerede?

Sahraaltı Afrika ve Asya.

2020'de dünyada 720 ila 811 milyon arasında insanın açlıkla karşı karşıya kaldığı tahmin ediliyordu.

Açlık, Afrika'daki nüfusun % 21'ini etkiliyor.

Özellikle Afrika’nın doğusunda nüfusun üçte birinde yetersiz beslenme var.

Yetersiz beslenme ve hijyen sorunları gibi nedenlerle, bu bölgelerde çocuklarda aşırı zayıflık, bodurluk, bulaşıcı hastalıklar, kadınlarda anemi gibi pek çok sağlık sorunu ortaya çıkıyor.

Açlık söz konusu olduğunda Asya'nın hali Afrika'dan iyi değil.

Ama Asya'nın avantajı, Çin, Hindistan, Endonezya, Bangladeş, Pakistan gibi 5 ülkede toplanıyor nüfus ve bu ülkelerin iyi-kötü oturmuş bir siyasi ve ekonomik yapıları var.

Gelecek politikaları yapabiliyorlar, adalet, sağlık ve eğitim sistemleri yerleşmiş.

Hemen diplerinde Çin, Japonya, Kore gibi büyük ekonomiler var.

Afrika'da bunlar olmadığı gibi, nüfuslarının gelecekte ulaşacağı hacim ve iklim değişikliğinden etkilenme ciddi endişe yaratabiliyor.

Çatışmaları ne yapacağız?

Çatışmalar aynı zamanda yoksulluğu ve açlığı da tetikliyor. FAO’nun açlık ve sefalet nedeniyle acil durum ilan ettiği ülkelerin tümü, yukarıdaki tabloda hızla nüfusları artarak, 2100 yılında Dünya lideri (?) olacak ülkeler.

Mesela Demokratik Kongo Cumhuriyeti.

Şu anda nüfusu 101 milyon. 2018'de 13 milyon olan aç insan sayısı, 2021 yılında 27 milyon oldu, bunun 7 milyonu acil seviyede akut açlık çekiyor. Mesele açlıkla bitmiyor ki, ülkede her beş kişiden 3’ü zorla yerinden edilmiş (şiddet ve çatışmalar nedeniyle); ülkede ciddi güvenlik sorunu var.

Öte yandan da ülke ciddi maden yataklarına sahip, lakin 2013 ile 2015 yılları arasında yaklaşık 1.3 milyar ABD doları tutarındaki madenlerden gelen paranın ülke hazinesine ulaşmadığını söyleniyor (Global Witness).

CARE International tarafından yayınlanan bir raporda şunlar yazıyor:

… komşu ülkelerde 620.000 kişinin sığınma talebinde bulunduğu ve 4,1 milyon Kongolu'nun yerinden edildiği tahmin ediliyor.

Yerel milis güçleri ile ulusal hükümet arasındaki çatışmalar, büyük ölçüde Başkan Kabila’nın görev süresinin sonunda iktidarı bırakmayı reddetmesi nedeniyle 2016 yılında alevlendi. Birkaç kez seçimler ertelenmesi (şimdi tarih belli oldu, 2018 Aralık ayı), şiddetin muhalif bölgelerde artmasına ve potansiyel olarak durumun kötüleşmesine neden oluyor…”

Seçim erteleme nedeni ne biliyor musunuz?

Hazine Bakanı diyor ki “seçimlerin maliyeti 1.8 milyar ABD doları, biz yoksul bir ülkeyiz, bu parayı karşılayamayız”.

Nasıl ama?

Hatırlayalım, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin şimdi 101 milyon olan nüfusu 2050 yılında kaç olacaktı? 195.277.035.

2100 yılında da 388.732.857 nüfus ile, Dünyanın 5. kalabalık ülkesi oluyorlar.

Kim bilir o günlerde seçim kaça çıkar?

İstersen bir de Nijer Cumhuriyeti’ne bakalım.

Bir küçük hatırlatma, şimdiki nüfusları 21.563.607.

Bu nüfusla, Dünyanın 57. kalabalık ülkesi Nijer.

Dertleri neymiş arkadaşların?

Gıda yok…!

Bir milyondan fazla insan aç, Çad havzasındaki çatışmalar nedeniyle 302.000 kişi yerinden oldu.

Ne yer, ne içerler?

Halkın %80’i bir tür göçer… Tarım projeleri yapılsa da, çatışmalar ve seller, toz fırtınaları nedeniyle başarı elde edilemiyor.

Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi’ne göre, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden sonra, sondan ikinci ülke Nijer.

Nijer Cumhuriyeti’nin 2050 nüfusu?

72.237.754 kişi. 27 yılda 50 milyon artıyor nüfus.

Peki 2100 yılı?

209.334.454, bu nüfusla, Dünya’nın onuncu kalabalık ülkesi oluyor Nijer.

Bu kadar kalabalık nüfusun, yerleşik tarım uygulamadan, göçebe-toplayıcı geleneği sürdürmesi, tümüyle doğanın sunduğu kaynaklara bağımlı var olmak anlamına geliyor.

Nasıl olacak?

Sadece iki ülkeye baktık ama Afrika genelinde benzer durum gözleniyor. Afrika mevcut kaynaklarını (maden, toprak, su, insan) çatışmalar nedeniyle verimli kullanamıyor, kalkınmaya yönelik bir kalıcı politika ve pratik geliştiremiyor.

Verilere göre, Afrika’da her gün 15.000 kişi, evinden çıkartılıp, göçe zorlanıyor. Nedeni, büyük ölçüde çatışmalar.

Dünyada ülkeler arası savaşların yerini, ülkelerin içinde yaşanan çatışmalar aldı neredeyse. Bunun sonucunda küresel ölçekte ciddi bir mülteci akını başladı.

Göçmenler ve göç günümüzün ve geleceğin yaşam kurgusunun belirleyici ögesi olacak, bundan eminiz.


Din

Artan nüfus + iklim (çevresel yıkım) + gıda yetersizliği + çatışma = kitlesel göç hareketi.

Tüm bu değişiklikler, nüfusun inanç eksenli değişimine nasıl etki ediyor?

Madde bir, 1910 yılında Dünya nüfusunun % 34.8’i Hristiyan, %12.6’sı Müslüman idi[6].

Madde iki, Dünya’da nüfusu hızlı artan ülkelerinin büyük bölümü Müslüman.

2015 yılı verilerine göre, Dünya nüfusunun %31.2’si Hristiyan, %24.1’i Müslüman, %15.1’i Hindu, kalanlar da diğerleri.

Yaş ortalamasına bakıldığında, Müslüman ve Hindu nüfuslarının çok daha genç bir ortalamada (24 gibi) oldukları görülüyor.

2050 Yılı projeksiyonunda, Dünya nüfusundaki Müslüman oranı %30 oluyor, Hristiyan nüfus ise %31.

Araştırmalara göre, 2070 yılında ikisi eşitlenecek. Sonra, Müslüman nüfus Hristiyan nüfusu aşmaya başlayacak.

2100’e gelindiğinde, Müslüman nüfus %35, Hristiyan nüfus %34 olacak.

Şu an için dünyada Müslüman nüfusun dağılımı

Bu değişimden Avrupa nasıl etkilenecek?

Şu anda Avrupa’da (AB) toplam nüfusun %4.9’u Müslüman.

En yoğun %8.8 ile Fransa’da, sonra %7.1 ile Hollanda, %6.3 ile İngiltere ve %6.1 ile Almanya.

(Hollanda bitti, “sen kimsin Hollanda?” denilecek durumda yani)

Her şey mülteci dalgalarına ve AB’nin mülteci politikalarına bağlı.

Sıfır mülteci durumunda (ki neredeyse imkansız) 2050 yılında toplamda %7.4 oluyor.

Yani, %4.9’dan %7.4’e çıkıyor Müslüman nüfus.

Orta karar bir göç ile, %11.2; yüksek bir mülteci göçü %14’e çıkartıyor.

Orta karar bir mülteci göçü karşısında, garip ama en çok İsveç etkileniyor ve nüfusunun %20.5’i Müslüman oluyor. Fransa’da %17.4, İngiltere %16.7.

Ciddi bir mülteci akını olursa?

Evettt … alkışlarla ... kazanan oyuncumuz yine İsveç, skor: %30.6.

Sağdaki haritada görülüyor,

Avrupa'da milliyetçiliğin yükselişi.

Bu yükselişin ardındaki temel neden tahmin edeceğimiz gibi, mülteci akınları, değişim tehditi altındaki kültürel yapı ve ekonomik gelirin 'başkalarıyla' paylaşımının getireceği kayıplar.

Bu göç edecekler hep Müslüman mı? İnsanın sorası geliyor,

"Ey Budistler, eyyy Hindular, ey Yahudiler … neredesiniz, imansızlar?

Bu göçü neden Müslümanların sırtına yüklediniz, bre insafsızlar?"

Lakin, nüfus artış oranları bize net bir şey söylüyor bu konuda. Konu "islamofobi" efsanesini aşmış durumda.

Teknoloji

Geleceğin teknolojisi artık dört alanda yoğunlaşacak: Yapay zeka, biyoteknoloji, nanoteknoloji ve iletişim.

MIT’den Rodney Brooks’un, “21.Yüzyılın İlk Yarısında Hayat ve Bilim” adlı makalesinden bir bölüm: “Müdürlüğünü yaptığım MIT Yapay Zekâ Laboratuvarı’nda, bu dönüşümün belirtilerini her gün görüyoruz. Eskiden silikon çipleri yaptığımız temiz odaları yıkıyoruz ve bunların yerine kurduğumuz ıslak laboratuvarlarda, bakteriyel robotlar yetiştirmek amacıyla programları derleyip DNA dizilişlerine ve bunları da uç uca ekleyerek genomlara çeviriyoruz. Otuz yılda varmak istediğimiz hedef, canlı sistemlerin genetik yapısı üzerinde ince bir denetim kurmak; böylece yetiştirilen bir ağacı keserek kerestesinden bir masa yapmak yerine, masanın kendisini yetiştireceğiz. Silikon ve çelik robotları monte etmeye alıştığımız laboratuvarları, silikon, çelik ve canlı hücrelerden robotlar monte ettiğimiz laboratuvarlara dönüştürmüş durumdayız. Elde ettiğimiz kas hücrelerini, sakat insan bedenlerine düzgünce takılacak protezlerin öncü biçimleri olan bu basit aygıtlarda erişim düzeneği olarak kullanmaktayız.”

Momentum Machines şirketi, gurme kalitesinde hamburgerleri robotlara ürettirmek için yola çıkmış. Normal bir fast food çalışanı donmuş köfteyi ızgaraya atarken, bu arkadaşların robotları taze çekilmiş kıymadan isteğe göre köfte yapıp, en doğru şekilde pişiriyor. Saatte 360 hamburger hazırlayan makine, ayrıca hamburger ekmeğini kızartıyor, dilimliyor, siparişe göre içine soğan, domates, ketçap, vb. koyuyor. Şirketin söylediği şu “Yaptığımız makinelerin amacı çalışanları daha verimli hale getirmek değil, tamamen ortadan kaldırmak”.

Vay terbiyesizler...!

Ya gıda üretimi? Portakalı ağaçtan teker teker toplayan robot var, çileği de topluyor, hem de olgunları seçerek topluyor … ama bunlar artık çocuk oyuncağı.

Esas konu, yapay zeka ile birleşecek olan biyoteknoloji ve dijital veri dolaşımı/işlemi. Küresel ölçekte trilyonlarca gigabaytlık veriler, dijital olarak dolaşıyor ve saklanıyor. Sırf Google sunucuları, her gün milyonlarca kullanıcının yaptığı aramalarla ilgili 24 perabayt (bir perabayt bir milyon gigabayt) veri işliyor. Veriler dünya nüfusunun tüm eğilimlerini ortaya çıkartıyor.

Bu verilerin toplanması ve işlenmesi neler sağlıyor? Belli görevlerin ve işlerin doğrudan otomasyonuna aracılık edebiliyor; bu analizler zeki algoritmaları doğuruyor. Ama daha önemlisi, şirketlerin yönetilme biçimleriyle ilgili. Deneyim ve muhakeme gibi insan vasıflarının yerini, verilerden elde edilen tahminler alacak. Veri tabanlı karar verme algoritmalarına bakılacak artık[9].

Yapay zeka işine hiç girmeyeyim…. Çıldırırsın.

Bu teknoloji Dünyayı bambaşka bir yere sürükleyecek. En bariz sonuç, insan gereksizleşecek. Tarımda, sanayide, hizmet sektöründe insan ihtiyacı azalacak, neredeyse sıfırlanacak. Yapay zeka ile yüksek vasıflı işleri de robotlar yapar olacak. Örneğin, uçak pilotluğu tarihe karışacak. Mimarlık da, mühendislik de … Üniversite bitirmenin yakında hiçbir anlamı olmayacak.

(yani, özel üniversite açmaya kalkma, batarsın demek istiyorum)

Yepyeni bir ekonomi ortaya çıkacak. Yepyeni üretim – tüketim ilişkileri ve yepyeni bir insan.

"İyi" ya da "kötü" değerlendirmesini yapmıyoruz, bana sorsan evde oturup kuru fasulye bir de yanına tavuk suyuna pilav en güzeli ama ... herhalde yakında kuru fasulye gaz yapıp küresel ısınmayı teşvik ediyor diye yedirmeyecekler.


Belki de en önemlisi insanın bilgi ile olan ilişkisi değişecek, bilgi, bilme eylemi ve öğrenme süreçleri ile ilişki. İnsan birlikte öğrenen, birlikte üreten bir varlık olmaktan çıkacak. Elon Musk ve benzerleri binlerce uydu ile Dünya'yı kapladıklarında, tüm veriler anlık elde edilecek ve işlenerek birileri için gereken bilgiler üretilecek, o bilgiler üzerinden de kararlar alınacak.

Spekülasyon mu yapıyorum ?

Yooo... Baksana ,görürsün, bunca veri ne işe yarayacak? Günlük iklim, demogrofi, üretim, kaynak, vb tümünün verisi bir merkeze gelse, Dünyada herhangi bir yer için gelecek öngörüsünü oluşturacak yapay zekanın becerisini düşünsene?

Buna savunma işlerini de ekleyelim.

Şimdi soruyorum sana ey Dünyalı, "Afrikalı ne yapsın?"

Sonuç

Önce şunu belirteyim, yazı boyunca Afrika Afrika dedik, çünkü geleceği olağanüstü etkileyecek bir aktör olmaya doğru gidiyor; ancak, tüm bunlar Asya'yı ihmal ettiğimiz anlamına gelmesin, sadece Bangladeş + Pakistan nüfuslarının toplamı 500 milyon yapıyor ve ama onlarda Çin, Hindistan ve Endonezya, Pakistan gibi ülkelerde göreceli oturmuş ekonomik ve siyasi yapılar bulunuyor. Daha 40 milyonluk Afganistan ile baş edemiyor Dünya, diğerlerinin hali ne olacak?


Sanırım şunu net olarak söyleyebiliriz, Dünya üzerindeki insanların geleceğini, yakın tarihlerde oluşacak büyük göç dalgaları belirleyecek. Batı uygarlığının (biz buna Roma diyelim) yıkım tehlikesiyle yüz yüze gelmesiyle, bir devin ölüm öncesi hezeyanları, onu beklenmeyen taşkınlıklara sevk edecektir, normaldir. Avrupa bir istila tehditi ile karşı karşıya kalınca, onu Avrupa yapan tüm değerleri (insan hakları, ifade hürriyeti, adalet, eşitlik, vb.) askıya alacak ve önceliği canı ve malını korumaya verecektir. Bunun bir sonucu olarak, Avrupa Nazi geçmişini mumla aratacak denli, ırçı ve saldırgan politikalara geri dönecektir.


Bir nüfus projeksiyonu çalışmasında (2019 yılı) Orta şiddet göç senaryosunda 2085-2215 yılları arasında Müslüman nüfusun Avrupa’da çoğunlukta olacağı 13 ülkeyi oluş sırasına göre şöyle belirlemişler: Kıbrıs (2085), İsveç (2125), Fransa (2135), Yunanistan (2135) , Belçika (2140), Bulgaristan (2140), İtalya (2175), Lüksemburg (2175), Birleşik Krallık (2180), Slovenya (2190), İsviçre (2195), İrlanda (2200) ve Litvanya (2215).

Bu veriler 'Batı' için kabul edilebilir bir durum değildir, bu gidişi saptırmak için savaşı bir çare olarak görecek ancak kendisi savaşamadığı ve küresel savaş da artık mümkün olmadığı için, büyük olasılıkla bölgesel vekalet savaşları ile süreci idare etmeye çalışacaktır, yine de gelecek tablosu kendisi için hiç de parlak değildir.

Göç trafiğinin rotalarından biri Akdeniz ise diğeri Türkiye’dir. Türkiye üç önemli kanaldan (Peştun, Arap, Afrika) akacak göçleri bünyesinde toplayacaktır. Zengini, yoksulu, kapkaççısı, teröristi, mazlumu… milyonların bu topraklara akması beklenmelidir. Bu Batı’da olduğu gibi yabancı karşıtı, güvenlikçi ve şiddet içeren politikaların yaygınlaşmasını teşvik edecektir.

Göç ile birlikte kaçınılmaz olarak Anadolu demografisi ve kültürel yapısı değişecektir.

Tüm bu çizilen tablo, gündemi meşgul eden çok kutuplu gelecek stratejileri ile de ilintilidir. Çin, Hindistan, Rusya ve Latin Amerika’nın etkisiyle gelen rüzgâr, Batı eksenli dünyayı bir başka yıkım tehlikesiyle baş başa bırakmıştır.


Görüldüğü üzere durum kelektir. Hayatını kazan - kaybet oyunu içinde, sürekli savaşarak, mücadele ederek, kaybetme korkusu ve kaygılarıyla geçiren insan için savaşsız çözüm ne yazık ki yok. Bu insan modeli için 'barış', iki savaş arası bir soluklanma anı oluşturan mütareke günlerinden ibaret. Korku ve kaygı ile dolu bir zihin, sakinleşip, durulaşmadan barış talebi nasıl üretebilir ki?

Ne zaman ki insan hayatı kazanma – kaybetme oyunu dışına taşır, dram oluşturup içine sığınma arzusundan vaz geçer ve yeni bir bilinçle yeni bir varoluş ağında kendini var etmeyi başarır, o zaman bu zırvalıklar sona erer ve yeni bir hayat sürümü devreye girer.


Kaybederek öğrenmek bir çözüm olsa şimdiye kadar öğrenirdik çoktan, kaybederek sadece içine düştüğümüz labirenti büyütüyoruz. Demek ki başka bir şey olmalı çıkış için, mevcut bilinç düzlemi bizi çıkmak yerine daha derine gömmekten başka bir işe yaramıyor.



Kaynaklar:

[1] https://vizhub.healthdata.org/population-forecast/


[2] https://www.washingtonpost.com/news/wonk/wp/2015/08/17/5-ways-the-world-will-look-dramatically-different-in-2100/?noredirect=on&utm_term=.01cf4d8ef2f0

[3] https://www.eea.europa.eu/data-and-maps/indicators/total-population-outlook-from-unstat-3/assessment-1

[4] http://www.fao.org/3/I9542EN/i9542en.pdf

[5] http://oecdinsights.org/2016/12/15/west-africas-diet-transformation-will-the-region-capitalise-on-its-changing-food-demand/

[6] https://www.bbc.com/news/world-africa-38988632

[7] Johnson, Todd M.; Grim, Brian J. (2013). The World's Religions in Figures: An Introduction to International Religious Demography

[8] http://www.pewresearch.org/fact-tank/2017/04/05/christians-remain-worlds-largest-religious-group-but-they-are-declining-in-europe/

[9] http://www.pewforum.org/2015/04/02/religious-projections-2010-2050/pf_15-04-02_projectionsoverview_2050sidebar_310px/

[10] http://www.pewforum.org/2017/11/29/europes-growing-muslim-population/

[11] Martin Ford, Robotların Yükselişi, Yapay Zeka ve İşsiz Bir Gelecek Tehlikesi (Halit Yıldırım derlemesiyle, kendisine teşekkür ederim)


öne çıkanlar
en yeniler
arşiv
etiketler
Henüz etiket yok.
takip edin:
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • images
bottom of page