top of page

Japonların tersliğine dair


Sadece Japonlar mı? Batı’dan bakarsanız, tüm Doğulular terstir. Doğu’dan bakana da Batılı ters elbette. Doğu’nun yazıları sağdan sola ilerler mesela. Batılının nedensellik ilkesi peşinde koşuşturan aklına karşılık, Doğulu “rastlantısallık” der, oturur, bakar yüzüne. Bu tersliğin göstergelerine dair pek çok gözlemimiz vardır kuşkusuz.

Ama, geçenlerde Levi Strauss okurken öğrendiklerim, içten bir “var canına!” dedirtti. Sonra da pek çok şeyin bir araya gelip, açığa kavuşmasına yardım etti. Doğulu Batılıya göre ters ama, Levi Strauss’dan öğrendiğim o ki, Japon Doğuluya göre bir kat daha ters. Görelim.

Eski Japon terzileri ipliği iğneye geçirirlerken, ipliğin ucunu kendilerine yakın bir yerde tutar, iğneyi ipliğe doğru çekerlermiş. Yani, hareket eden iğne. Saçma değil mi? Neden saçma olsun? Bizim Batılı aklımızın şartlanması değil midir, tersini ‘normal’ kabullenen? Devam edelim! Keza, bir şey dikerlerken de, ucunda iplik olan iğne sabit durur, dikilmekte olan kumaşı iğneye doğru çekerlermiş. Nasıl?

Ağaç keserken kullanılan aletlerden biri de testeredir, malum. El testereleri tek yönlü çalışan cihazlardır. Yani, bizim bildiklerimiz, “batıda kullanılanlar” diyelim, itersin keser, çekersin sana boş gelir, tekrar itersin keser… Japonların testereleri tam tersi çalışırmış. Çekerken keser, iterken boş gider. Marangozların rendesi de aynı biçimde kullanılırmış.

Japon çömlekçiler torna kullanırlarken sol ayağıyla iterek, tornayı saat yelkovanı istikametinde döndürürmüş. Avrupalı veya Çinli çömlekçi ise tornayı sağ ayağıyla iter ve torna ters istikamette döner. İşin garip tarafı, bu cihazları bulanlar Japonlar değil. Örneğin testereyi Çinlilerden alıyorlar, bir süre sonra oturup “ya bunu çekerken keser hale dönüştürelim” diye, cihazı ters-yüz ediyorlar. Hem de 14. yüzyılda.

Bakalım Strauss ne diyor bu duruma: “Yolculuklara çok meraklı bir Japon hanım arkadaşım, bir gün bana, gittikleri her şehirde kocasının gömleğinin yakasına bakarak oradaki hava kirliliği hakkında hüküm verebileceğini söylemişti. Bana öyle geliyor ki, hiç bir Batılı kadın bu şekilde akıl yürütmez: Bizim kadınlarımız daha ziyade kocalarının boynunun temiz olmadığını düşünürler. Dışarıdan gelen bir etkiyi içsel bir nedene bağlarlar: akıl yürütmeleri, içeriden dışarıya doğru ilerler. Japon hanım arkadaşım ise dışarıdan içeriye doğru akıl yürütüyordu:

Japon uygulamasında bir dikişçinin iğneye iplik geçirmesi, marangozun tahta biçmesi ya da düzleştirmesindeki hareketin aynısını düşüncede gerçekleştiriyordu. … Batı düşüncesi merkezkaçsa, Japonya’daki düşünce merkezcildir. … Bir Japon evinden çıktığında çoğu zaman şöyle bir şey söyler: İtte mairimasu, “gidip geliyorum”; bu deyişte ikimasu fiilinin zarf fiili itte, çıkış olgusunun esasen dönüş niyetinin vurgulandığı bir duruma indirger. Eski Japon edebiyatında yolculuğun acılı bir tecrübe gibi; hep dönülmek istenen o ‘iç’ ten, uçi’den koparılma gibi göründüğü bir gerçektir. … Batılı için temel bir apaçıklık olan benliği, bunun yanılsamalı olduğunu göstermeye önem veren Hinduizm, Taoculuk ve Budizm yadsır. Onlar için her varlık, kaçınılmaz biçimde çözülüp dağılmaya yazgılıdır; basit bir görünüş olan “benlik” kalıcı unsurdan yoksun, biyolojik ve ruhsal olguların eğreti bir düzenlemesinden ibarettir. Fakat, daime özgün olan Japon düşüncesi, bizim felsefemiz kadar diğer Uzakdoğu felsefesinden de ayrılır. Uzakdoğu felsefesinden farklı olarak, özneyi ortadan kaldırmaz. Bizim felsefemizden farkı ise şudur:

Özneyi her tür felsefi düşünüşün, düşünce yoluyla dünyayı her tür yeniden inşa girişiminin mecburi çıkış noktası haline getirmeyi reddeder. … Japon düşüncesi özneyi bizim gibi bir neden haline getirmek yerine, onu daha ziyade bir sonuç olarak görür. … Zanaatkarın daima kendine doğru ifa ettiği hareketler gibi, Japon toplumu da benlik bilincini bir varış noktası haline getirir. …

Makalenin bundan sonrasında Levi Strauss kendi meşrebince dolanır, bu geleneğin Japon toplumsal yapını nasıl biçimlendirdiğini anlatır. Konu hakikaten heyecan vericidir. Toplumsal akıl, hayatı nasıl tasarım nesnesi haline getiriyor?

Batıda, merkezden dışarıya doğru bir dağılım (yayılım) oluyor.

İnsan önce “ben” diye başlıyor. O mübarek ‘ben’, ardından gelen olguları (sonuçları) oluşturuyor. Yani, tüm oluşmuş olguların (sonuçların) nedeninde özne olan ‘ben’ var. Dolayısıyla, hareketin yönü de merkezden dışarı oluyor. Japonlarda ise, ‘ben’ olan özne bir neden olarak ele alınmıyor. Yani, Japonlarda ‘ben’ bir sonuçtur. O halde elimizde iki farklı dönüş var: Merkeze doğru olan, (Japone dönüş diyelim buna) ve merkezden dışarıya doğru olan (buna da Batılı dönüşü diyelim mi?).

Gezegenler, atomlar, vs. sol merkezli, yani saat yelkovanı tersi dönüyorlar. Merkeze doğru, Japone dönüş halindeler. Buna, kuvvete doğru dönüş diyen de var. Kuvveti besliyor belki de. Hacılar Kabe de bu yönde yapıyorlar dönüşleri mesela. Bu dönüş, merkeze topluyor, içeri doğru çekiyor. Tüm gezegenler bu yönde dönerken, Venüs ters dönüyor. O Batılı ya, ondandır belki? Evet, Venüs sağ merkezli, yani, saat yelkovanı yönünde dönüyor.

Onun için mi Lucifer oldu Venüs?

Konumuz Japonların iğneye iplik geçirme sanatı, Lucifer’in ne işi var burada? Sağ merkezli dönüşler bir tür santrifüj dönüşü, merkezden kaçışı gösteriyor. Merkezden kaçıp, çepere yapışma. Yani, dağılma. Batılı akıl neden dağılma yönünde bir dönüşü tercih ediyor? Ben’i yalıtmak, bağımsız, tek bırakabilmek için olabilir mi? Bu durumda svastika gibi sembollerin ve mabetlerdeki dönüş ritüellerinin yönlerinin de anlamları bizi bir yerlere taşıyabilir. Ama, bu dönüşleri bilincin dolup, boşalması süreciyle birleştirmek şart gibi.

Ne dersiniz?

öne çıkanlar
en yeniler
arşiv
etiketler
Henüz etiket yok.
takip edin:
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • images
bottom of page