top of page

güzel - çirkin

(Umberto Eco’nun güzel ruhuna)

Doğuştan kör bir dostuma sordum. “Senin için ‘güzel’ ve ‘çirkin’ nedir?” Merak etmiştim, “güzellik ve çirkinlik” dediğimiz sıfatlar, insanın nesneyi kavrama bağlama ihtiyacı sonucu doğurduğu, kültürel ürünler midir? Yoksa, nesnenin yıpranıp, eskiyip çürüme sürecine girmesiyle aldığı hale ‘çirkin'; tam tersi olan taze, körpe, yeni hale de ‘güzel' mi diyoruz? Yoksa, bu durum ruhumuzun bir yansıması olarak, dışarıda bu biçimlerde mi görünüyor? Yani, güzel ve çirkin gerçekten bizim özümüzde var mı?

Düşündüm ki, görmeyen birinde bu kavramlar daha farklı kristalize olabilir. Öyle ya, bizdeki algıyı oluşturan büyük ölçüde görsel imgelenim. Dedi ki görmeyen dostum: “Diğer duyularımızla oluşturuyoruz algıları, örneğin bir giysinin güzel olması onun kumaşına dokunduğumuzda tenimizde bıraktığı algıyla ortaya çıkıyor”. Öyle ya, duyular neresinden kışkırtılıyorsa, algı onun üstünden olgunlaşıyor. Gözler görmüyor, kulaklar da duymuyor. Ne olacak şimdi? Güzel - çirkin gibi iki ‘temel' kavram senden çok mu uzaklar? Yoksa, yine varlar ama, diğerlerinden mi uzaklar? O uzaklık ne kadar gerçek? Ne kadar sahici? Ne kadar var?

Hayatın anlamını duyularla inşa ediyorsak, o zaman biz kimiz ki? Kim yapıyor bizi? Hoppadanak biçim verilebilecek duyular bütünü müyüz?

Peki, duygu kışkırtıcılığında baş pehlivan kimdir sizce? Bence, tüm zamanların şampiyonu “kültür” denilen, insana biçim verme işini üstlenmiş ideolojik mekanizmadır. (aman ha, ‘iyi ya da kötü’ diye yargı yürütmüyorum)

Bir arkadaşım vardı, Ieva, Litvanyalı, sarışın, beyaz derili, ‘güzel’ bir kız. Çok da akıllı. Gitti Pedro adında Mozambikli bir başka arkadaşıma aşık oldu. Pedro, iriyarı, göbekli, kara derili, koca burunlu, bizim ‘nezaket' dediğimiz hal ve girişten biraz uzak, ama akıllı ve zengin gönüllü biri. Bizim kalıplara göre de, çirkin. Bizim kız düştü oğlanın peşine, Mozambik’e gitti. İki yıl sonra gördüm Ieva’yı “kız ne ettin Pedro’yu?” “Döndüm” dedi, “her şey çok vahşi ve çirkindi”. Mutlu mesut gitmiş Afrika'ya, bakmış bizim oğlanın evinde bir sürü kadın ve çocuk, demiş “bunlar kim Pedro?” “Bunlar çocuklarım, bunlar da çocuklarımın anneleri” demiş. “Hani evli değildin alçak adam?” repliğine cevap şak diye gelmiş. “Yok be güzelim, hiçbiri karım değil, bizde yok öyle şeyler, onlar çocuklarımın anneleri.”

Pedro’ya göre bu tablo güzelliğin kendisiydi. Herkes herşeyi ortaklaşa yapıyordu, karşılıksız işbirliği ve paylaşma vardı, Pedro da sürü içinde bir süre için erkek rolündeydi felan. Gel gör ki, bir Kuzey Avrupalı için bu yenecek nane değildi, ortadaki manzara bir antropoloji kitabında veya belgesel filmin karelerinde, ilkelliğin kutsanması çerçevesinde ayrı bir yere konularak, “ne şirin, ne güzel, vallahi doğrusu da bu” denilebilirdi; lakin, cümlede kalan ‘güzellik' başa gelip, somuta dönünce, kokuşmuş ve çürümüş bir hayat tarzının iğrençlik boyutundaki çirkinliğine dönüşebiliyor.

O derin aşka rağmen Ieva iki ayda evine kaçtı. Pedro bunu anladı, ama kız anlamadı, oğlana “vahşi” dedi.

Sınır nerede? Küresel ölçekte, tüm insanların ortaklaşa “ahanda bu çirkin işte, bu da güzel” diyebilecekleri bir şey var mı?

Yok mu? Hepsini biz mi çıkarıyoruz bunların? İdeolojik (kültür dahil) bir aşının duygularımıza bulaştırdığı virüs etkisi midir?

Daha güzel görünmek için harcanan onca kaynak, onca emek, zaman… Sadece taktığımız altın ve elmas için canını kaybeden insanlara, perişan olan doğaya gözümüzü kapatamamızın ardında yatan o yoğun istek neden? Bu kavramlar, bu sıfatlar, etiketler içinde boğulma, debelene debelene can verme arzumuz neden?

İdeolojik olan, sentetik olan güzelliğin dışında, mutlak olan güzellik yok mu? Yok mu sahi?

öne çıkanlar
en yeniler
arşiv
etiketler
Henüz etiket yok.
takip edin:
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • images
bottom of page