insan şempanzeden, ideolojik oluşuyla ayrılır
TV’de ISID marifetlerini dinlerken, “gerçek İslam bu değil” dedi dostum.
Peki…!
…
Troçki’nin, Rusya'dan kaçmadan hemen önce, Stalin’e “gerçek sosyalizm bu değil” dediğini duymuş gibiydim.
Haydi diyelim, o halüsinasyon.
Kenan Paşa’nın 1984 yılı, 19 Mayıs nutkunda söylediği “Atatürk Türkiye’sinde, Atatürkçülük dışında hiçbir sapık ideolojinin yeri yoktur ve asla olmayacaktır” da mı halüsinasyon?
Paşam, ‘Atatürk’ adını dilinden düşürmezdi, malum.
O zamanlar, onun söylediği Atatürkçülük, ‘banko’ gerçekti.
1982 yılında, Nadir Nadi bunlar Atatürkçü ise, “ben Atatürkçü değilim” diye kitap yazdı.
Gerçek Atatürkçülüğü Nadir bey anlatıyordu.
Okuyunca, “vay Paşa, yemişsin bizi çıtır çıtır” dedik.
Nadir Nadi rahmetli oldu, Cumhuriyet gazetesinde iktidar kavgası zirve yaptı, kaybedenler, “gerçek cumhuriyetçi biziz” dediler.
Mafya liderleri bozkurt işareti yaptıkça, “gerçek milliyetçilik bu değil” diyor, kendini “gerçek” milliyetçi görenler.
Filan, falan...
…
Neden böyle?
Efendim, “insan denilen mahluk ile şempanzeler arasındaki en temel fark, insanın kurgu yapabilmesidir” derler, kimse onlar.
İnsan, yukarıda sayılanların tümünü, fazlasıyla bir kurgu olarak tasarlar, kendini de kurgu nesnesine dönüştürür ve kurguyu hayata geçirir.
Böylece, kurgusal tasarımdan gerçek doğar.
Soyut olan, somuta, maddeye dönüşmüştür.
Şempanze ise onca lakırdıyı edip, sonra parti kurup, sonra da ideoloji yüzünden kavga edecek kadar kafayı yememiştir.
Zamanla o da olur mu?
Olmaz!
İnsanın kurguladığı sistemler, ideolojiktir.
Kurgu, ideolojiye dönüşmek zorundadır, bu sayede siyasallaşır, bu sayede toplum tarafından kabul görüp, uğruna ölünecek kadar benimsenir, bu sayede kendi yasasını oluşturur.
...
“Siyasal İslam” diyorlar.
Ee, ama doğrusu bu!
Siyasallaşmamış din mümkün mü?
Tutunamaz ki...!
Bak şimdi, bu öyle bir kurgu ki kendi yasası var, kendi mitosu var, kendi dili, sembolü, kendi landmarkları var, ordusu var... tarihi var tarihi, daha ne olsun?
Bilinç biçimlendirme yöntemi ve araçları da var.
Tüm bunların bileşimi olarak, kendi gerçekliği var.
Aksi mümkün olamaz zaten.
Her ne kadar Marks, ideolojinin bir tarihi olmadığını savunarak, “ideolojinin gerçekliği onun dışındadır” dese de, ben bunun tersini düşünürüm.
Kuşkusuz Marks’ın ve benim tavırlarımı belirleyen de ideolojidir.
İdeolojiye dönüşmüş olanın hayatta kalabilmesi için adaptif olması şarttır. Yani, dünyanın mevcut, vahşi düzenine uyum sağlaması, rekabet koşullarından zaferle çıkması gerekir, aksi halde bir ideoloji daha baskın olan diğerleri tarafından yok edilir.
Yani, ideoloji de canlı bir organizma gibi, teritoryal davranış gösterir.
Bu haliyle, ideolojinin belli bir olgunluk seviyesinden itibaren, kendi aklı olduğu ve kendini koruma refleksleri geliştirdiği söylenebilir mi?
Evet!
...
Bir tane, “gerçek olan gerçek” neden yok?
Madem Tanrı tek, neden tek din, tek kitap yok?
Madem İsa bir, madem Muhammed bir, Madem Marks bir, Atatürk bir, Mao bir, madem şu bir, bu bir…
Evet, ideoloji düşüncenin sabitlendiği yerde gerçekleşir, bedene bürünür.
Sabit olmak zorundadır, aksi halde sürekli akan bir düşünce nehrinin üstünde, ideolojik kurgu oluşturamazsınız. Akıntı, inşa ettiğiniz her sabiti kırıp dağıtır.
Ama, gel gör ki insan düşüncesi denilen zıkkım da, sabit durmaya meyilli bir meşe kazığı değildir, dön baba dönelim gereği, ha bire değişir. İşte ideolojiyi sabitleyici unsurlar ki, aynı zamanda onun kırılganlığını da oluşturur.
Yani, ideoloji sabitlendiği sürece, katılaşmaya, kırılmaya ve kırılmış parçalardan kendi yeni gerçekliklerini doğurmaya mahkumdur.
...
Neden buna ihtiyaç duyuyoruz?
Bu kurgu olmadan var oluş imkansız mı?
Dedik ya, “biz maymun değiliz”.
İnsan denen varlık, en zeminde ‘ölüm’ olmak üzere, bir dizi korku üstüne inşa edilmiş bir akılla dolaşır ortalıkta.
Korku o kadar her şeye hakimdir ki, cinsel ilişki arzusunu bile ölüm korkusu tetikler.
Bu korkular bizi kompleksli, güvensiz ve şabalak canlılara dönüştürmüştür.
İşte bu nedenledir ki, insan ona daha az korku vaat eden, konforunu daha çok garantiye alan kurguyu oluşturur veya öyle bir kurgu alanına yönelir.
Kurgu ve ideoloji, bireyi kendi cazip ve korunaklı alanına davet eder. Buna karşı direnmek, toplumsal bir canlı olan bireyin üstesinden gelebileceği bir şey değildir.
İdeolojik alanın içi gibi, dışı da ideolojiktir.
Althusser’e katılırım, o “ideolojinin varoluşu maddidir” der, yani ideoloji her ne kadar soyut görünse de, insanları somuta yönelterek, kendi direktifleri doğrultusunda maddi gerçekliğin oluşturulmasını sağlar. İnsan, içine düştüğü gerçekliğin duvarlarını kendi elleriyle yükseltir. Dışarıdan gelecek tehditlere karşı güvenlik inşa ediyorum derken, kendi esaretini örer.
İnsanın trajedisi biraz da budur. Zira, insan ideolojik alana teslim olur.
Dindar, milliyetçi, sosyalist, ırkçı, şucu, bucu… Bir sürü dostumu çok iyi anlıyorum, bu nedenle, bağlılıklarına hak da veriyorum, bu kurgu olmadan, sistemi ayakta tutmalarının, sistemi ayakta tutmadıkça da kendilerini var edebilmelerinin imkanı olmadığını düşünüyorlar ki, son derece anlamlı ve mantıklı. Hatta yeryüzünün maddesel gerçekliğinin yegane mantığı da bu.
Sorun şurada ki, bu mantık çözümü değil, sorunu taşıyan, hasta bir mantık.
O halde, kurtuluş nerede?