bir tas has hoş hoşaf
Basit mi basit bir sorum var, hazır mısın?
Basit soruya can feda, sor hadi.
Hamam tasının ortası neden kubbe?
Bunu daha önce de sordun, bilmeyecek ne var tas ıslak hamam taşına yapışmasın diye.
Yok, olmadı.
Tas elle kolay tutulsun diye?
O da değil.
Böyle olunca, üretimi kolay
Bu hiç değil.
Elinin körü?
Elimde körün işi ne?
Alo 112
O ne?
Ambulans çağırdım sana...
Yazının bundan sonrasında, tası bir sembol olarak düşüneceğiz.
Yazılanlar da "bir tas has hoş hoşaf".
Bir milim ötesi değil.
Hamam da öyle, su da, ortadaki göbek taşı da ...
Ama bizim işimiz şimdilik tas ile.
En azından ambulans gelene kadar.
Yazının sonunda söyleyeceğimizi başta söyleyelim, bakarsın ambulans gelir laf torbada kalır
Tas alem ise, kubbe de alemin merkezidir.
Al işte! Gördün mü? Koskoca bir alem sığdı bir tasın içine.
Alem ne ki?
O da başka bir has hoş hoşaf.
Şimdilik varsayalım ki, alem dediğimiz bir kocaman düşünce, tüm varoluş da içinde.
Aynı zamanda, alem de var alem içinde.
Di mi ya!
Hiç biri de, senden çok uzak bir yerde değil.
Sebepten sonuca, sonuçtan sebebe deveran edip duran, sonsuz bir süreç.
Bu deveran'a, everan diyen de var, evren diyen de... Onlara karışmam.
Bizim işimiz, bir tas has hoş hoşaf.
Ne demiştik, tas alem ise, ortası merkez.
O kubbe var ya o kubbe, o kubbe mesela Kabe.
O kubbe mesela kutup yıldızı, mesela axis mundi, mesela kutsal dağ.
Mesela Kaf Dağı, mesala Montsalvat (korunan dağ).
Kral Arthur efsanesinde de vardır bu Montsalvat, Wagner'in Lohengrin operasında da.
Ne korunuyor o dağda?
Graal.
O ne?
Kutsal kase.
Hani, şu içinde İsa Mesih'in kanının konulduğu, kayıp kase.
Kase var kase içinde ...
Alo 112 ....
Kase kayıptır, bulana "aşk olsun" denecektir.
Kimi gelenekte kayıp olan kasedir, kiminde bir söz, kiminde bir sırdır.
Gerçek inisiyasyonun sırrını arayanların peşinde oldukları, üstadın ölümüyle kaybolan şifrelerdir kimilerine göre de.
Aslına bakarsanız, sır merkezin ta kendisidir.
R. Gunenon'un dediği gibi "merkezinden uzaklaşan insan, artık zamanın hüküm sürdüğü bir alana hapsedilmiştir".
Yani?
Guenon usta'ya kulak verelim, bakalım ne demiş: "... zamanın hüküm sürdüğü bir alana hapsedilmiş olan insan, artık bir daha, her şeyin ezeli görünümüyle temaşa edildiği yegane noktaya tekrar ulaşamayacaktı. Diğer bir ifadeyle, "ezeliyet hissine" sahip olmak, yukarıda da belirttiğimiz üzere, bütün geleneklerin ortaklaşa isimlendirdikleri "ilk durum'la" (primordial) ilintilidir. Bunun yeniden tesisi ise, gerçek inisiyasyonun ilk safhasını teşkil eder ki bu, 'insan üstü' mertebelerin gerçek fethinin öncelikli şartıdır. Yeryüzü Cenneti, zaten açıkça 'Alemin Merkezi'ni temsil etmektedir."
Evet, anlaşıldığı üzere, yola çıkışımızdaki odak da merkez olacak. Yani, tam olarak, pergelin sivri ucunun yerleştiği yer. Öbür uç hooop ... bir koca daire çizer.
Tası tamamlar, bu duruma tastamam denir.
Taaa gider, sonsuz olanın boynuna dolanır.
Alo 112 ... Tamam, panik olmayalım. Bak, şimdi sen o bir türlü bilemediğin, bulamadığın geometrik noktaya ulaşma isteğindesin ya.
Hani orada merkezlenmek isteğindesin, merkezleneceksin ki çalışacaksın ya. Hatta, zamanın kıskacından kurtulacaksın, bunun gerçek hürriyet olduğunu fark edeceksin ya.
Simya denilen şeyin, 'kendi taşını parlatma' gibi bir güzel sözün ötesinde, 'yapmak' ile ilgili bir şey olduğunu, eylemin ta kendisi olduğunu da idrak edeceksin ya...
İşte bütün bu çuval dolusu işi yapmak için, önce merkez.
Peki, merkez neresi? Kalp, ya da gönül.
Gönül neresi?
Burada incecik bir çizgi var, duygu ile karıştırılan.
Aman!
Gönül dediğimiz, mantığın ve sağduyunun kurallarla, yasalarla, isteklerle sınırlanmış ve doldurulmuş kirli alanı dışında; bu alanı aşmış olan, saflaşmış düşünce alanına geçiş kapısı gibi bir şey. Nasıl girilecek içeri?
Tut ki girdin hamama, bir temizlendin, bir temizlendin, üüüü.... çiçek, çiçek!
Bu temiz halinle tüyden de hafifsin, yerçekimini yendin, sürtünme sıfır... eteklerinde ne safra var, ne de tafra.
Tutabilene aşk olsun!
Tüm bunlar aklın dışında değildir kuşkusuz, lakin aklın da kendi başına halledebileceği meseleler değildir. Kendine ait o minik aklı aşıp, bütünün aklına ulaşmış akıldır yolcuya gerekli olan.
Bu laf ebeliklerine bakmayın siz, durum sözle anlatılan cinsten değildir, epeyce ötesidir.
Aslına bakarsan olup bitenler sadece deneyimdir.
Guenon'un belirttiği gibi, "ezeliyet hissine" dair deneyimdir.
Gönül dedik, kalp dedik... Eski Mısır hiyerogliflerinde 'kalp' karşılığı kullanılan piktogram 'vazo' idi. Bildiğimiz, içine çiçek konulan vazo. Neden? Vazo kalbe benzediği için mi? Değil tabii, Mısır geleneğinde 'vazo' aslında bir 'kase' dir.
Al sana vazo = kase = kalp
"Alo 112 ..." Evet, Hristiyan geleneğindeki 'kutsal kase' Graal da oradan geliyor. Yani, kutsal kanın toplandığı yer.
Kutsal kan ne? İsa'dan akan kan değil elbette.
O kan da ilk durumla ilgili bir gönderme, cana, canlanmaya yönelik. Graal sözcük anlamı, çukur çorba tabağı veya tas. Başka bir kase sembolü, ucu aşağı doğru bakan üçgendir. Aynı zamanda kalp sembolü de. (aynı zamanda da dişi).
"Yok artık, kesin alo 112 ..." Konumuzla ilgisi yok gibi görünür ama; haç üzerindeki kırmızı gül de aynıdır.
Merkezdeki tas yani. Vazonun yerini burada gül alır. Bazen de, haç üzerinde kuşgillerden bir arkadaş (mesela pelikan), göğsü kanlar içinde, ailecek yeralır ki bu da bize kalbin kan pompalayan bir kas yığını olma dışındaki işlevlerini açıklaması açısından anlamlıdır.
Yine Guenon'a kulak verelim, bakalım ne demiş ustamız: "... Bu söylediklerimizden hareketle, Graal'ın birbiri ile çok sıkı bağlantılı olan iki şeyi temsil ettiği sonucu çıkabilir: 'İlk geleneğe' bütünüyle sahip olan ve bu sahip olunuşun gerekli kıldığı gerekli kıldığı etkin bilgiye sahip olma mertebesine ulaşan ile, gerçekte bu haliyle "ilk halin" tamamiyle yeniden bütünleşmedir. Bizzat Graal kelimesinin içerdiği çifte anlamın, bu iki şey ile yani 'ilk hal' ve 'ilk gelenek' ile ilişkisi vardır. Zira, ilk bakışta fark edilemeyecek kadar çok daha derin varlık sebepleri olan ve sembolizmde inkar edilemez bir rol oynayan bu iki kavramdan biriyle Graal, aynı anda hem bir kase (grasale) hem de bir kitap (gradale veya graduale) olmaktadır. Bu ikinci anlam, açıkça geleneğe işaret etmektedir, oysa ilk anlam daha çok doğrudan kendi durumu ile alakalıdır..."
Ne dersiniz, artık uçuşa geçmeye hazır mısınız?
Öyleyse geçelim. Geldiğimiz nokta itibarı ile konu bizi ölüm - ölümsüzlük ikilemine götürür.
Aslında, arayış ölümsüzlüktür.
Nasıl?
Alo 112 ve aynı zamanda alo 155 ve 156
O ne öyle?
Bu da alo polis ve alo jandarma semboliği, ambulans az gelir sana.
İlk günden beri insanların peşinde oldukları tek şey, ölümsüzlük.
Alemin merkezi dediğimiz yer durmayacak olan kalp işte.
Senin iskeletinin içindeki kas yığını olan kalp değil elbet.
Yukarıda o kadar anlattık, bir daha sorma "o değil de ne?" diye. Gençlik ve sevgi pınarı, ölümsüzlük iksiri, kaynağın ta kendisi, tanrının kalbi... Bütünün aklı, bütünün düşüncesi, külli akıl .... artık adı ne ise, kavrama verilen ismin hiç bir önemi yoktur.
İsim verilerek, içerik kavramlaştırıldıkça anlam sabitlenir, o da insanı deneyimden uzaklaştırıp, ideolojinin kollarına atar ki, bizden uzak dursun, aman!
Bizim işimiz hamam tası ile, öyle iddialı tanımları hocalara bırakalım.
Al sana bir tas daha, ama bunun ortası kubbe değil.
Ünlü Samarra Tası.
Taa ... Mezopotamya uygarlıklarından, Sümerden kalma.
Ortada svastika, çevrede kuşlar, balıklar... Hepsinin dönüş yönü, saatin tersi.
(doğu geleneğinin dönüş yönüdür bu) Mübarek kase değil, alemin çarkı. Dön baba dönelim ...
Nerede dönüyoruz? Ortadaki merkezin çevresinde.
Neden dönüyoruz?
Yükselmek için.
Neden yükseleceğiz?
Yükselerek, göğe, babaya, yukarıdakine ulaşacağız, böylece onunla birleşip ölümsüzlüğe, bütüne, onun düşüncesine, aklına ulaşacağız.
İşte, başlangıçtan sona, ezeliyet fikrinin temelinde olan da budur.
Pekiii... Anadolu'da hamam tası üreten ustalar, bu bilinçle mi tasların içine kubbe, kubbe çevresine güneş ışınları, gezegenler, yıldızlar, balıklar işlemişler?
Hayır!
Gelenek koridorunda, sembollerin diliyle bilgiyi taşıyanların bir bölümü, çoğu kez onu neden taşıdıklarını bilmezler, sadece taşırlar. Kamyon kasasında kuyruklu yıldızı, yılanla savaşan kartalı taşıyan şöför de bilmez ne taşıdığını, o figürleri işleyen ressam da bilmez neyi, neden çizdiğini. Ama, binlerce yıldır onları birileri çizer, birileri de taşır. Gelenek koridoru böyle bir yerdir. Bir gün de o taşınan şey birine lazım olur, o birinde açılacağı tutar, gönlüne anahtar gibi, girer onun içine, bir gül gibi açılır, o zaman o kişi anlamın kendisi olur, çıkar.
Sözün özü şu ki, semboller kişiselleştirildikçe hayat bulurlar. Bu nedenle, bundan ötesi size emanettir. Dileyen tas mermere yapışmasın der, dileyen orta parmağa yuva olsun der, dileyen de kubbe de benim, tas da, kurna da, hamam da der.
Dileyen, bir tas has hoş hoşaf der. Yeter ki merkezi ıskalamayın.