top of page

uçuş - 5

Izmir'de güneşli ve ılık denilebilecek harika bir havada, harika bir toplantı sonrası, büyük bir heyecanla havaalanı yoluna koyuldum. Yarın da Samsun da, harika bir toplantıya katılacağım. Davos’u bu yıl kaçırdım, sağlık olsun.

Hooop, THY’den bir mesaj “sayın yolcumuz, Ankara'daki hava durumu nedeniyle, İzmir Ankara uçuşunuz iptal”. İnsan Izmir'de olunca, ‘tüm dünya İzmir gibidir’ ruh haline giriveriyor haliyle.

THY iptal ise, Pegasus var. Ankara kapalıysa, İstanbul var. Güzergahı, İzmir, İstanbul, Samsun yaptık. Uçuş 17.40. Gece onda evdeyim. Hiç fena değil. Hooop bir mesaj daha, bu defa da Ali Sabancı’dan “gecikeceksiiin, çoook gecikeceksiiin, benim uçağımda tuvalete bile para vereceksiiin”.

Pegasus kılıklı bir hanımefendi imdadıma yetişti “sorun değil, Sabiha Gökçen’e iniş sıkıntılıysa kalkış da sıkıntılıdır, sizin Samsun uçağı bu durumda bekler sizi”. Sabancı’ya bak, personeli Aristo mantığı ile eğitmiş.

Ben kiiim, uçak kim? Aristo çuvalladı, uçak beni beklemeden kalktı. Dediler “sizi otelde misafir edelim, sabah gidin”. Sabah dediği de 5.50 Dedim “her şey harika, siz de harikasınız, otel yakın mı?” Dediler, “hemen şurası” Bir başka Aristo’cu hanımefendi düştü önümüze, yürüyoruz. “Yakın, yakın… otel İstanbul'a yakın, İstanbul havaalanına yakın, dolayısıyla otel havaalanına yakın”. Nereye düştük? Sandım otel havaalanı içinde, yürüyerek iki dakika. “Yok, servis götürecek, ama yakın”. Eh, o zaman üç dakika! Bindik minibüse, bir saat sonra yolda bir levha gördüm “Kocaeli Belediyesi”. Dedim, “ulan Aristo”. Gece 24 gibi sahilde bir otele geldik, “kardeş burası neresi?” Darıca imiş.

Otelin lobisi bir anda bizim gibi farklı Pegasus enkazlarından çıkma tesettürlü kadınlar ve mekana ziyaretçi statüsünde gelmiş Rus kadınlarla doldu. Hadi bakalım Aristo efendi, sıkıysa kur bu işin mantığını? İşte medeniyetler arası diyalog, işte köprü, işte barış, işte adalet, işte sivil toplum.

“Sizi gece 2.30 da uyandıracağız” Üçte servis gelecekmiş. Mükemmelll, iki saat uyku neyime yetmez?

Attım kendimi yatağa, tam dalmıştım ki, güm güm güm, güüüm... Dedim, “Ahanda, kader kapıyı çalıyor”. Saat 01.05. Kapıyı açmak için ne giysem? Frak giymeye karar verdim. Kapıyı çalan arkadaş, beni öyle fraklı görünce şaştı. Dedi “skuza”. Dedim, “skuza değil, adem baba oratoryosu için prova”. La havle! İtalyanca bozması bir “özür”ün ardından kapıyı kapadık. Ha çaldı, ha çalacak paniği içinde, uyuyamadım bir daha. Yok yok, kader değil, çalacak olan otelin uyandırma servisinin telefonu, güya uyandıracaktı beni. Çalmadı. İndim lobiye, dedim reception İrem’e “abla hani uyandıracaktın beni?” Dedi, “skuza”. Servis geldi 3.30’da. Dedim “hani üç dü?” Dedi, “skuza”. Yine geldik Sabiha’ya. Dedim şu Karafırın’ın koltukları rahat bir dilim patatesli börek, bir kahve, dedi “25 kaat”. Dedim “bu ne?” Dedi “kol böreği” Çok susadım, bir bardak limonata, dedi “10 kaat”, dedim “elinin körü”. Neyse bindik uçağa, cam kenarına yerleştim, başımı yaslamıştım ki, sol yanımdan bir kahraman, 1.60 boy, 1.70 en, bilekleri ensemden kalın, serçe parmağı orta halli kabak dolması… Horlamaya hazırlıyor kendini, bir iki derin nefes aldı. Dedim, “pehlivan acı bana, mümkünse kulağıma doğru olmasın”. Dedi, “merak etme, parçacı yaklaşım tarzım değil, bütüne bakarım” Yani? “Yanisi şu, ben bütün uçağı sallarım, sen nasibini alırsın”. Dedim, “deme”. Dedi, “skuza!”

öne çıkanlar
en yeniler
arşiv
etiketler
Henüz etiket yok.
takip edin:
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • images
bottom of page